Özgür Müftüoğlu
Organize suç örgütü elebaşı firari Sedat Peker’in yurt dışından tefrika halinde yaptığı açıklamalar, 1996’da Susurluk kazasıyla ortaya çıkan mafya-devlet/siyaset-sermaye ilişkilerini yeniden gündeme getirdi. Gözden düştüğü anlaşılan elebaşının anlattıklarıyla meydana dökülen “kirli” ilişkiler bilmediğimiz şeyler değildi. Ama bunları dillendirmek bile “devlet büyükleri”ne hakaret ya da vatana ihanet sayılıyor; kamuoyunun önemli kısmı da bunu komplo teorisi olarak niteliyor ya da kendisiyle bir bağlantısı olmadığını düşünerek ilgilenmiyordu.
Peki bu karanlık ilişkiler, işinde gücünde, ekmek derdinde olan milyonlarca insanı ilgilendirmiyor muydu gerçekten?
Mafya-devlet/siyaset-sermaye, bu ilişkilerde görünen üç aktördür (Bu konudaki değerlendirmelerde genellikle devlet ve siyaset ayrı aktörler olarak görülse de partili cumhurbaşkanlığı ve tek adam rejimi devlet ve siyaseti AKP’de bütünleştirmiştir.). Ama bir de görünmeyen, adı hiç telaffuz edilmeyen bir aktör daha vardır ki o da “toplum”dur. Bu üç aktörü bir araya getiren, toplumsal değere yani işçinin, çiftinin, küçük üreticinin alınteriyle yarattığı değere ve yine tüm topluma ama onunla birlikte tüm canlılara ait olan doğaya el koymaktır.
AKP 19 yıllık iktidarı boyunca, diğer tüm burjuva partiler gibi, kendisini iktidara taşıyan yandaşları ile iktidarına destek veren sermayenin çıkarlarını toplumun genel çıkarlarının üzerinde tutmuştur. 2013 baharında gerçekleşen Gezi eylemlerine kadar bunu öylesine başarıyla yapmıştır ki toplumun geniş kesimleri bunu (AB’ye uyum süreci, derin devletle mücadele, inanç özgürlüğü gibi nedenlerle) fark etmemiş ve AKP’yi desteklemiştir. Gezi direnişiyle birlikte sihir bozulmuş ve 7 Haziran seçimlerinde de toplum, desteğini önemli ölçüde çekmiştir.
Toplumsal desteği kaybetmeye başlayan iktidar, bu desteği yeniden göremeyeceğini bildiğinden, toplumdan umudunu kesmiş, yandaşlarına daha fazla ayrıcalık tanırken, sermayeye de toplumsal kaynakları aktarmakta daha bonkör davranmıştır. Bunu yaparken de Kürt düşmanlığı üzerinden milliyetçiliği körükleyerek ve muhalif hareketleri şiddetle baskı altına alarak toplumu susturmuştur. Darbe girişimi bahanesiyle getirilen OHAL ve bu süreçte gerçekleşen otokratik rejim değişikliği de bunun devamıdır.
Devletler, toplumsal çıkarları koruma işlevini yitirip, toplumsal desteği kaybettikçe hukuktan da uzaklaşır. Bu durumda devletin baskı aygıtları hukuk dışı yol ve yöntemlere daha sık başvururken; devlet dışı yapılar ve hatta suç örgütleri de bu hukuksuzluğa ortak edilir. Karşılığında da yasal yükümlülükten korunma ayrıcalığı ve el konulan toplumsal değerden pay alır.
Benim de içinde yer almaktan onur duyduğum Barış Akademisyenleri’ni “kanımızda duş almak”la tehdit eden ve bu nedenle dava ettiğimizde “itibarlı iş adamı” denilerek mahkemeye bile çıkartılmayarak beraat ettirilen (yargı tarafından alenen korunan) Peker’in açıklamalarından anlaşılan şudur: AKP’nin toplumsal desteği zayıflayıp, MHP’nin Cumhur İttifakı’ndaki ağırlığının artması kimi başka mafya elebaşlarını ayrıcalıklı hale getirmiş ve kendisi bunlarla arasındaki rekabeti kaybetmiş ve gözden düşmüştür. Bunun intikamını da -klasik mafya yöntemleri yerine- var olan karanlık ilişkileri sosyal medya üzerinden ifşa ederek almaya çalışmaktadır.
Özetle, mafya-devlet/siyaset-sermaye ilişkilerinin doğrudan hedefi emeğiyle geçinenlerin alınteridir, doğasıdır, yaşamıdır, geleceğidir! Bu asalaklardan kurtulmak için demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü savunmak ve demokratik bir yaşamı kurana kadar “inatla” mücadele etmek gerekir!