Özgür Müftüoğlu
Erdoğan, yakın dönem Türkiye siyasi tarihinde tek adam olma hayali kuran ilk kişi değildir. 80’li yılların sonlarında Turgut Özal da yasama-yürütme-yargının tek elde toplandığı başkanlık sistemini gündeme getirmişti. Ama 12 Eylül darbesinin tüm baskılarına rağmen hâlâ “mutlakıyet”e rıza göstermeyecek, özgürlüğü için mücadele yetisini henüz kaybetmemiş toplumsal dinamikler vardı. “Demir tavında dövülür!”sözü devredeydi ve toplum, tek adamla yönetilecek “tav”da değildi henüz. Dolayısıyla tek adamlık Özal’a kısmet olmadı!
Ama ülkeyi tek adam rejimine götürecek başkanlık meselesi özellikle İkinci Cumhuriyetçiler tarafından hep gündemde tutuldu. Hem de “demokratikleşmenin bir yolu” gibi gösterilerek!
Son üç yıldır fiilen ve resmen uygulanan başkanlık sistemi, o zamanın İkinci Cumhuriyetçilerini ne ölçüde tatmin etmekte bugün, bilemiyorum!
Özal’ın gündeme getirdiği o günden bugüne, toplum adım adım tek adamın tahakkümüne dayalı başkanlık rejimini kabullenecek kıvama/tava getirildi. Nasıl mı? Tabii ki baskıyla, örgütsüzleştirmeyle, halklar arasında ayrımcılığı derinleştirerek, biat eden dindar ve kindar nesiller yetiştirilerek…
Bu süreç adım adım kabullenilirken herkesin kendince bir gerekçesi vardı. Kimi bu yolla AB’ye girileceğini düşündü; kimi askeri vesayetten kurtulmak için sessiz kaldı; kiminin gerekçesi inanç hürriyetiydi; kimi ise derin devletin ortadan kalkacağını, halklar arasında barış olacağını umdu. Daha kişisel gerekçeleri olanlar da vardı. Sosyal yardımlardan faydalanmaktan asgari ücretle de olsa bir işe girebilmeye, irili ufaklı ihale almaktan yakınında açılacak AVM ile evinin değerinin artacağı beklentisine girmeye kadar pek çok gerekçeyle milyonlarca kişi AKP’nin ülkeyi tek adam rejimine götürmesine göz yumdu. Ekonomik krizler, siyasi alternatifsizlikler de bu süreci körükledi.
Tüm bunlara tevessül etmeyen, demokrasinin özgürlüklerin tek adama devredilecek yetkiyle sağlanamayacağının bilincinde olan ve karşı çıkanlar ise diğerlerinin desteğinden ya da sessizliğinden güç alan iktidar sahiplerinin baskısıyla susturulmaya, güç karşısında boyun eğdirilmeye çalışıldı.
Sonuç olarak, 15 Temmuz darbe girişimiyle birlikte fiilen, 2017 Nisan referandumu sonrasında ise resmen uygulanan tek adam rejiminin bugün ülkeyi getirdiği yer; ekonomide, dış politikada, sağlıkta, eğitimde, tarımda ve aklınıza gelebilecek her alanda tam bir çöküş oldu! Çöküşün sonu ise işsizlik, açlık, yoksulluk, yolsuzluk, emek ve doğa sömürüsü, iş cinayetleri, intiharlar vs… ile tarih sahnesine yazıldı/yazılıyor.
Tek adam rejimi öncesi, parlamenter sistem çok mu iyiydi? Parlamenter sistem güzellemesi yapacak değiliz elbette. “Ama arada bir darbe yapılmasını gerektirecek kadar egemenleri rahatsız edebiliyormuş hiç değilse(!)” diye düşünmekten de alamıyor insan kendini… Öyle ya uzunca süredir darbe olmamasını memlekete demokrasinin gelmiş olmasına yoramayacağımıza göre darbeye bile ihtiyaç duyulmayan bir rejimin sevilecek bir tarafı da olmuyor haliyle.
Sözün özü: Bugün Türkiye’nin her alandaki çöküşünün müsebbibi sarayda ikamet eden tek adam rejimidir. Bu tek adamın (ya da kadının) adının Recep mi Kemal mi Meral mi Muharrem mi olacağının zerrece önemi yoktur. Türkiye halklarının gün yüzü görebilmesinin çaresi ne tek adam rejiminde ne antidemokratik düzende kurulu parlamenter sistemdedir. Çözüm, demokrasinin, özgürlüklerin sınırlanmadığı örgütlü bir toplumun inşa edilmesidir!