… yeni salgın yılı daha şiddetli devam edecek öngörüsü doğru mu? Dünya Sağlık Örgütü yaklaşık bir yıl önce Covid-19 salgınının dünya çapında pandemiye dönüştüğünü tespit etmişti. Bugün ise pandemi yeni mutasyonlarla şiddeti artarak devam etmekte, aşı patentleri nedeniyle dünya nüfusunun önemli bir kesimi, yani 110’dan fazla ülkede yaşayan insanların korunmasızlığı sürmektedir. Korunmasız nüfusun ezici çoğunluğunun yoksul coğrafyalarda olması bir tesadüf değil elbette.
Peki ama, görece refah coğrafyalarında durum nasıl? Bunu dünyanın en zengin ülkelerinden Almanya örneğinde irdeleyelim.
Pandemi ile bağlantılı olarak Almanya’daki burjuva medyasının diline doladığı ve kamuoyu görüşü hâline gelen bir söylem var: “Virüs adil, zengin-yoksul ayrımı yapmıyor”. Doğru, virüsün bulaşıcılığı her insan için aynı düzeyde. Ancak Almanya’daki insanların sağlık durumları, çalışma ve yaşam koşulları ve gelir düzeyleri eşit olmadığından bulaş riskleri de toplumsal sınıflar arasında aşırı eşitsiz dağılmış durumdadır.
Nihâyetinde adaletsizlik virüste değil, virüse maruz kalan insanların içinde yaşadıkları sınıflı toplumdadır. Kapitalist üretim tarzı, egemen iktidar ve mülkiyet ilişkileri ve dağılım mekanizmaları pandeminin toplumsal ve ekonomik eşitsizliği derinleştirmesine neden olmakta, dahası katalizör olarak derinleşen eşitsizliğin etkilerinin keskinleşmesini sağlamaktadır.
Federal İstatistik Kurumu’nun bazı enstitülerle birlikte yaptığı ve geçenlerde sonuçları açıklanan araştırmasına göre, serbest meslek sahipleri dahil ücretli çalışanlar ile bilhassa yoksul kesimler pandemiden son derece olumsuz etkilenmekteler. Astım, KOH, diyabet, obezite gibi sosyal nedenleri de olan hastalıkların, yetersiz konut, kalabalık ulaşım araçları ve korunmasız çalışma koşulları ile karşılaşarak bulaş risklerini önemli ölçüde artırdıkları belirtilen raporda, pandeminin kalıcılaşan yoksulluğun genişlemesine neden olduğuna dikkat çekiliyor.
Toplam beş yüz sayfalık rapor, “zengin” Almanya’nın toplumsal gerçeğini teyit ediyor: Yoksulluk sınırına düşen, yoksul ölüyor! Serbest çalışanların yüzde 20’sinin, ücretlilerin yüzde 17’sinin ve güvencesiz koşullardakilerin yüzde 44’ünün aşırı yoksullaşma tehdidi altında olması, kapitalizmin meşum yüzünü herkese görünür kılıyor.
Geride bıraktığımız salgın yılında Alman devletinin egemen sınıflara yarayan pandemi krizi yönetimi, yüzlerce milyarlık bütçelerle krizleri yaratanları daha da zenginleştirirken, yoksulluğu genişletiyor ve daha kalıcı hâle getiriyor. Ancak bu kriz yönetimi aynı zamanda toplumsal katmanlar ile sömürülenler arasında, evden çalışma olanakları, sosyal yardımlara ulaşımın belirli kesimler için kolaylaştırılması veya tek seferlik yüklü ödemeler gibi uygulamalarla bloklaşmalar ve eşitsizlik farkları yaratarak toplumsal rıza üretimini kolaylaştırmakta, dolayısıyla tekelci burjuvazinin sınıf tahakkümünün temelini sağlamlaştırmaktadır. “Hepimiz aynı gemideyiz” diskuru da yaygın görüş hâline getirilmiştir.
Sonuç itibariyle “Pandemi ile mücadele” adına anayasal hak ve hürriyetler rafa kaldırılarak ve parlamenter kontrol mekanizmaları askıya alınarak yürütme tarafından uygulanan tedbirler, hem çoklu kriz ortamının tüm yüklerinin işçi sınıfının ezici çoğunluğu ile yoksul kesimlerin sırtına yüklemeye, hem de kriz yönetimine yönelik her türlü muhalefeti ve sorgulamayı karalamaya yaramaktadır.
Şiddetlenerek devam etmekte olan pandemi reddedilemeyecek gerçeği tekrar kanıtlamıştır: Asıl virüs, en saf hâliyle kapitalizmdir! Kapitalizm sağlığa zararlıdır.