İktidar İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesiyle birlikte kadınlara yönelik erkek şiddetin azaldığını ve tolere edilir düzeyde olduğunu söylüyor. Kadına yönelik hiçbir şiddet tolere edilemez. Aynı zamanda azalma bir yana her gün en az 3 kadın cinayeti haberi görüyoruz
Latife Demirci Kahya
Kadınlara yönelik (özellikle ev içi) erkek şiddetiyle mücadelenin tarihi bir bakıma Türkiye’deki feminist hareketin de en önemli mücadele başlığının tarihidir. Çankırı’da bir yargıcın “Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin” sözü üzerine feminist hareket 1987 yılında İstanbul’da, 12 Eylül sonrasının ilk yasal mitingi olan ‘Dayağa Karşı Kadın Yürüyüşü’nü örgütledi. 1989’da Ankara’daki “Bedenimiz Bizimdir, Cinsel Tacize Hayır” kampanyası yine 1989’da İstanbul’da Mor İğne kampanyası ile devam etti. Feministler İstanbul’da 1990’da Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’nı, 1993’te Ankara’da Kadın Dayanışma Vakfı’nı kurdu.
90’lı yıllar boyunca erkek şiddeti ile mücadele eden kadın örgütlerinin ve kadın danışma merkezlerinin sayısı artmaya başladı. 1998’den itibaren bu alanda çalışan kadınlar ve örgütler Kadın Sığınakları Kurultayları’nı örgütlemeye başladılar. Feminist hareketin, Kürt kadın hareketinin ve aslında bir bütün olarak kadın hareketinin 2000’li yıllarda, evlerde erkek şiddetine direnen kadınların mücadelesini sokaklara ve yasal değişikliklere taşıması ile çıkan 4320 sayılı yasayı İstanbul Sözleşmesi imzası ve 6284 sayılı yasa takip etti.
Kadına yönelik erkek şiddeti farklı biçimlerde dünyanın her yerinde görülüyor. Bu şiddet biçimlerinden biri de yaygın bir şekilde varlığını sürdüren ve insan ticaretinin de bir biçimi olan, kadın ticareti. İstanbul Sözleşmesi’nin feshi gerçekleştiğinde Türkiye’de yüzlerce kadın ve LGBTİ+ mültecilerin şiddete uğradıklarında başvuracakları mekanizmalar gözden çıkarılmış oluyor. Biz kadınlar İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik saldırının ilk adımlarını; HDP’li belediyelerin kayyumlar yoluyla gasp edilmesinin ardından, erkek şiddetiyle mücadele eden, şiddetin önlenmesi ve şiddet gören kadınların korunarak güçlendirilmesini sağlamaya çalışan belediyelerdeki kadın birimlerinin, müdürlüklerin, daire başkanlıklarının, danışma merkezlerinin kapatılması ile deneyimledik.
İçinden geçtiğimiz pandemi döneminde biliyoruz ki kadınlar için ev, erkek şiddeti nedeniyle sokaklardan daha tehlikeli. Kadın cinayetlerinin birçoğu evde; koca, baba, abi ve sevgililer tarafından işleniyor. Evler aynı zamanda biz kadınların, psikolojik, ekonomik, fiziksel, cinsel erkek şiddetini de yoğun olarak yaşadığımız yer. Buna rağmen bu süreçte kadınların sığınaklara kabulü zorlaştırılarak can güvenlikleri riske atıldı. Şiddete uğrayan kadının ikameti yaşadığı şehirde değilse, can güvenliği yoksa bile başvurusu kabul edilmiyor. Sığınaklara artık sadece yüksek can güvenliği riski olan kadınlar kabul ediliyor. Yani devlet erkek şiddetini sadece ölüm riskine indirgedi aslında…
6284 sayılı kanuna göre erkek şiddeti için kanıt gösterme zorunluluğu olmamasına rağmen mahkemelerce kanıt isteniyor. Ancak kadınların en çok başvuru yaptığı yerlerden biri kolluklar (polis, jandarma) ve aynı zamanda en çok kötü muamele ile karşılaştıkları yer de buralar. Hem yanlış bilgilendiriliyorlar hem de salgın bahane edilerek kadınların başvuruları kabul edilmediği gibi tedbir kararları da verilmiyor. Evlerine geri dönmeleri için kadınlara caydırıcı ifadeler kullanılıyor. Şiddeti uygulayan erkekler hakkında herhangi bir işlem başlatılmıyor ve kolluk personelinin keyfi uygulamaları kadınların yaşam hakkını tehdit ediyor, ihlal ediyor.
İktidar İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesiyle birlikte kadınlara yönelik erkek şiddetin azaldığını ve tolere edilir düzeyde olduğunu söylüyor. Kadına yönelik hiçbir şiddet tolere edilemez. Aynı zamanda azalma bir yana her gün en az 3 kadın cinayeti haberi görüyoruz. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık için çok belli ki kadınların ölmediği ev içi şiddet tolere edilebilir. Çünkü AKP iktidarı açısından kadınların ölmedikleri sürece evde şiddet görmelerinin bir sakıncası yok. Erkekler tarafından katledildiklerinde ise yargı eliyle erkeklik indirimleriyle hak ettikleri düşünülen cezasızlığa ulaşıyorlar. İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekerek LGBTİ+’lara yönelik homofobik, transfobik ve nefret suçlarını meşrulaştırarak var oluşlarına saldırıyor. Katledilen kadınlar ve LGBTİ+’lar bu dönemin faili (belli) meçhulleri oluyorlar. Failleri meçhul değil ama serbest…
20 Mart 2021’de gece yarısı devlet, kendi hukukuna bile uymayan biçimde Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile yani tek adamın kararıyla İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiğini duyurdu. Bu sözleşme, kadınların ve LGBTİ+’ların şiddetten korunmasına yönelik en kapsamlı sözleşme. Bu nedenle kadın hareketi ve feminist hareket olarak sözleşmenin başka düzenlemelerle ikame edilmesi kandırmacalarını kabul etmiyoruz.
İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının yürürlüğe gireceği 1 Temmuz günü yaklaşırken kadın hareketi, feminist hareket, Kürt kadın hareketi ve LGBTİ+ hareket olarak kararlı direnişimizi sürdüreceğiz. 19 Haziran’da ve 1Temmuz’da aylardır sürdürdüğümüz “İstanbul Sözleşmesi’nden Vazgeçmiyoruz” mücadelemizi sokaklarda, meydanlarda, aslında bulunduğumuz her yerde yükseltmeye devam edeceğiz. Biz kadınlar olarak sokaklarda olduğumuz gibi evlerde de erkek şiddetine karşı direnişimiz her daim devam edecek…
HDP Kadın Koordinasyonu Üyesi