Sol liberal cenahta reformist adımlar savunulurken genellikle, “henüz sistem sorusunu soracak bir güç yok, kapitalizm koşulları altında da iyileşmeler yapılabilir” gerekçesi getirilir. Doğru, verili koşullar altında, ama toplumsal mücadeleler sonucunda “sistem” içi iyileştirmeler gerçekleştirilebilir. Tarihin de kanıtladığı gibi, egemen sınıflar yükselen işçi direnişleri ve güçlenen toplumsal hareketler karşısında taviz vermek zorunda kalırlar. Ancak tavizlerin ardında yatan asıl neden, sistem sorusunun ifade edilmesi kaygısıdır.
Günümüz kapitalist dünyasının en önemli özelliği sistemin sürekli kriz yaratması ve egemen sınıfların çoklu kriz ortamından kurtulmak için çözümsüz kalışlarıdır. Ancak buna rağmen şu da doğru: Kapitalizm yalpalayaraktan gider iken, yıkılmamak için çıkış yolları yaratabilen dinamik bir sistem olduğunu kanıtlamıştır. Ama önünde sonunda kendi yasallıkları gereğince tarihin çöplüğüne gömülmekten kurtulamayacaktır, çünkü – onlar henüz bu gerçeği bilinçlerine çıkaramamış olsalar da – kendi mezar kazıcılarını yaratmaya devam etmektedir.
Üçüncü dalgasını yaşadığımız pandemi dünya çapında çoklu kriz ortamını derinleştirmekte ve kalıcılaştırmaktadır. Örneğin Almanya’da nur topu gibi bir hükümet krizinin doğduğunu burjuva medyası dahi kabul etmektedir. Pandemi ile mücadeledeki kaotik karmaşa, Federal Hükümet ve popülist eyalet başbakanlarının tedbirler konusundaki anlaşmazlıkları, rüşvet aldıkları için istifa eden milletvekilleri ve ekonomi mevkii rekabetine kalkışan yerel yönetimlerin beceriksizlikleri halkın geniş kesimlerinin egemen siyasete duydukları güvencesizliği artırmakta ve dolayısıyla toplumsal direnç potansiyellerini büyütmektedir.
Aslına bakılırsa Almanya’daki hükümet krizi sadece bir görüngüdür. Yani siyasetçilerin beceriksizlikleri kişisel yetersizliklerinden kaynaklanmamaktadır. Krizin temel nedeni sistemseldir. Çünkü salt ilaç ve sağlık tekellerinin çıkarlarını kollamak için sağlık sistemi özelleştirilmiş ve özel sermaye birikiminin talanına açılmıştır. Belirleyici olan kâr oranları ve tekeller arası rekabet olunca, sağlık sisteminde kaos kaçınılmaz olmuştur.
O nedenle hükümet krizinin yeni, belki de Merkel partisinin arasında olmayacağı bir hükümetle aşılması da mümkün görünmüyor. Anketlere bakıldığında Yeşillerin bu yıl Eylül ayında yapılacak olan Federal Parlamento seçimlerinden güçlenerek çıkacakları ve yeni hükümetin güçlü ortağı olacakları görünmektedir. Her seçim öncesinde olduğu gibi, “sol” sinyalini yakan Sosyal Demokratlar da sanki hükümette değilmişlercesine muhalefet modunda Yeşiller ve liberal FDP ile koalisyon oluşturma umudunu dillendirmektedirler. Reformist Sol Parti ise, Yeşiller ve SPD ile birlikte – matematiksel olarak mümkün olsa da siyaseten olanaksız olan – bir koalisyon kurma hayalleri peşinde.
Programları, liberal hedefleri ve toplumsal tabanları açısından Yeşillerin muhafazakârlarla yeni hükümeti kurmaları bizce daha olasıdır. Ancak, “sol” bir hükümet kurulsa dahi, sermaye ve tekellere yarayan, kâr mantığını belirleyici kılan, sosyal ve demokratik hakları budamaya devam eden, militarizme ve emperyalist yayılmacılığa dayanan politikaları terk edecek bir alternatifin olmayacağı şimdiden bellidir.
Ne yazık ki, liberal “sistem sorusunu soracak güç yok” söyleminin haklılık payı da var. Henüz alternatifi yaratabilecek ve sistem sorusunu yöneltecek bir toplumsal hareket görünürde yok. Ama bu, sistem sorusunu yöneltenlerin olmadığı anlamına gelmiyor. Güvensizliğin arttığı böylesi dönemlerde komünistlerin asıl sorumlunun kapitalist sömürü olduğunu söylemeye devam etmeleri, mezar kazıcılarının bu gerçeği bilinçlerine çıkarmaları açısından giderek daha da ivedi görev hâline gelmektedir.