NATO-Ukrayna-Komisyonu toplantısının ardından Biden yönetiminin Rusya’ya karşı yeni yaptırım kararları alması ve Biden’in gerginliği artıran açıklamalarına devam etmesi, ABD emperyalizminin en önemli müttefiki, ama aynı zamanda “baş ağrılarına” neden olan Almanya’yı giderek daha çok sıkıştırıyor. Almanya özellikle Ukrayna ikilemi karşısında çözümsüzlükle boğuşuyor. Rusya’nın en son Kırım’da ve Ukrayna sınırında 40 bin askeri yığmış olması, ABD’nin artan baskısından bunalan Alman emperyalizmini daha zora sokuyor.
Aslında Ukrayna’nın NATO ile 1997’de imzaladığı Ortaklık Antlaşması’nın 15’inci maddesine dayanarak toplantıya çağırdığı NATO-Ukrayna-Komisyonu, Almanya’nın başına dert olan Ukrayna ikilemini herkes için görünür kılmıştı. Gerçi NATO açıklanan Sonuç Bildirgesi’nde “Ukrayna’nın egemenliği ve toprak bütünlüğü için sarsılmaz desteğini” ilân etmiş ve Rusya’yı “Minsk Antlaşması’na uymaya, Doğu Ukrayna’daki bölücüleri desteklemeyi bırakmaya ve ordu birliklerini Ukrayna topraklarından çekmeye” davet etmişti, ancak Kiev’in “askeri destek” talebini yanıtsız bırakmıştı. Hatta NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, ittifakın Ukrayna’ya “kendisini daha iyi savunabilmesi için destek verdiğini” belirtmiş, “Ukrayna’ya nasıl daha fazla pratik destek vereceğimizi gözden geçiriyoruz” diyerek, ittifakın Ukrayna konusunda hem fikir olmadığına işaret etmişti.
Her ne kadar Kiev bazı NATO üyesi ülkeden destek alsa da – örneğin Türkiye’den aldığı 12 Bayraktar TB2 İHA ve SİHA gibi – 2008’de yaptığı NATO üyeliği başvurusuna bugüne dek olumlu yanıt alamadı. Özellikle Almanya, Rusya ile süren toprak ihtilafı devam ettiği müddetçe, NATO Sözleşmesi’nin 5. Maddesi’nin önemini vurgulayarak, Ukrayna’nın üyeliğine karşı çıkıyor. Buna rağmen Biden yönetiminin hâlâ ABD için geçerli olan “Rusya’yı NATO ülkeleriyle kuşatma stratejisine” dayanarak gerginliği artırması, 2008 Kafkasya Savaşı’nın olumsuz sonuçlarını unutmamış olan Almanya’yı arayışlara itiyor. Hükümete yakın araştırma kurumlarının önerilerinden okunabildiği kadarıyla Almanya’nın Rusya politikalarının Ukrayna ikileminin gölgesinde üç nokta çerçevesinde şekilleneceğini söyleyebiliriz.
Uzmanlar Federal Hükümete “nefesini maratona göre ayarlamasını” öneriyorlar. Bunu Merkel hükümeti de biliyor, çünkü kısa vadede herhangi bir değişim olanaklı değil. İkinci nokta, Rusya’nın “kural dışı” her adımına – transatlantik iş birliği içerisinde “hemen yanıt verilmesi”. Bu çerçeve Rus bankaları ile oligarkların uluslararası para trafiğini SWIFT ağı üzerinden kısıtlama ve Nord Stream 2 boru hattına yönelik yaptırım olanaklarının değerlendirilmesi öneriliyor.
Ancak özellikle enerji alanında söz konusu olacak yaptırımların iki taraf için keskin kılıç anlamına geldiği de biliniyor. Çünkü doğal gaz ihtiyacının yaklaşık yüzde 40’ını Rusya’dan karşılayan Almanya için, likit hâle getirilmiş ve bu nedenle yüzde 25 daha pahalı olacak doğal gaz alımı, kabul edilebilir bir opsiyon değil. Bununla birlikte Rusya’nın enerji gelirlerine yönelik saldırının aynı zamanda Alman ekonomisi ile birlikte dünya ekonomisine vereceği ciddi olumsuzluklar da küçümsenecek bir gerçek değil.
Bu nedenle, üçüncü unsur olarak, Rusya ile diyaloğun devam ettirilmesi öneriliyor. Nihâyetinde karşılıklı bağımlılıklara dayalı ilişkiler ve Rusya’dan enerji tedarikinin kısa vadede bir alternatifinin yaratılamayacağı gerçeği, Avrupa ve Rusya arasındaki diyaloğun devam ettirilmesini zorunlu kılıyor. Böyle bir derdi olmayan ABD’nin yaptırım baskısını artırmasına rağmen Almanya’nın bu diyaloğu sürdürmek zorunda kalması da çözümsüzlüğü derinleştiriyor. Kısacası, emperyalist-kapitalist dünya düzeni belirsizlikler ve çözümsüzlükleri, kendi boynuna geçirdiği bir yağlı urgan gibi, sürdürmeye devam ediyor.