Müge Yamanyılmaz*
Birkaç gün önce Twitter’a İstanbul Başakşehir Belediyesi Sosyal Yardım İşleri Müdürlüğü’nde görevli bir çalışanın, gıdaya ihtiyaç duyan yurttaşlarla dalga geçtiği ifadelerin ve tavırların yer aldığı bir video düştü. Hemen ardından personelin işine son verildiği duyuruldu. Keşke bu durumun tekil olduğunu, sadece bu videodaki kişinin zihniyetiyle (ya da iddia edildiği gibi “psikoloji”siyle) ilgili olduğunu söyleyebilseydik. Ancak, AKP’nin bilinçli bir şekilde uyguladığı, yoksulluğu neoliberal süreçlere eklemleme politikasının başarıya ulaşmış haliydi bu.
Oysa AKP’yi iktidara getiren, 3-Y ile yani Yoksulluk, Yolsuzluk ve Yasaklarla mücadele iddiası idi. İlk Y’ye bakarak hemen şunu söyleyelim: AKP 2004’te, Başbakanlık’a bağlı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Müdürlüğünü kurdu. Yoksullukla mücadelede önemli bir adım diyebilirdik, ancak bu kurum yoksulluğu azaltmak bir yana, tersine zamanla yoksulluğu yeniden üreten sürecin başat aktörlerinden biri oldu. 2011 yılında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlanan müdürlük, sosyal yardımlar aracılığıyla kadınların yaşamlarını neoliberal muhafazakarlık temelinde şekillendirmeyi hedefledi. Şimdi ise il ve ilçelerde vakıflar şeklinde örgütlü. Eğitim, barınma, sağlık gibi hizmetler hızlıca özelleştirilirken kadınlar sosyal yardımlara ve hane içindeki erkek(ler)e bağlı ve bağımlı yaşamaya mecbur bırakılıyor, kadın yoksulluğu ömürlük(!) bir niteliğe bürünüyordu. Kadın istihdamı görece artarken, kadın yoksulluğu da bir o kadar derinleşiyordu.
Belediye çalışanının yer aldığı videoya geri dönelim. Gıda desteğine ihtiyaç duyan mutlak yoksulların gözyaşlarına alaylı ifadelerin karışması bize bir şey göstermeye çalışıyor: Farkında olsak da olmasak da değerler eylemlere dönüşür. Sosyal hakları değil de sosyal yardımları politika haline getirmek ve bu politikayı sadece selefi olan Milli Görüş aklının hayırseverlik anlayışına dayanarak değil aynı zamanda çıkarları için siyasi bir unsur olarak kullanmak, tam da AKP’nin “piyasa toplumu”nun hedeflediği gibi yoksulluğu yönetilebilir ve sürdürülebilir kılar. Yoksullukla mücadelenin; geleneksel, bağımlılık yaratan, toplumsal hiyerarşileri sürdüren değerlerle mi yoksa özgürleştirici, güçlendirici ve eşitlikçi değerlerle mi yapıldığı basit bir tercihin çok ötesindedir. Bu, hem yoksullukla mücadele iddiasında olanların eylemlerini dönüştürür hem de yoksul kadınlar için hayati önemdedir.
Kadınlar elbette var olan eşitsizlikler nedeniyle yoksulluğu daha derin ve çok boyutlu deneyimliyorlar. Geleneksel cinsiyet rolleri (hane içi cinsiyetçi iş bölümü) nedeniyle işgücü piyasasına katılamama ya da katılımda azalma ile kadınların işgücü piyasasındaki konumlarının geleneksel rollere göre belirlenmesi nedeniyle kadın yoksulluğu ve kadınların yoksunluğu söz konusu. Yine kadınların erkek işi olarak görülen işleri yapmalarına rağmen eşit ücret alamamaları, bir diğer eşitsizlik alanı olarak duruyor. Kadınların geleneksel istihdam alanı olan (çoğu zaman ücretsiz aile işçisi olarak çalıştığı) tarım sektörünün küçülmesi, kente göç ve kentte istihdamın kadınlar için genellikle güvencesiz, geçici, kayıt dışı, enformel sektörde olması, kadınların “geleneksel” istihdam alanı olan kamu sektörünün daralması ve bu sektörün mülteci kadınlara tamamen kapalı olması, işyerinde ayrımcılık, mobbing, cinsel taciz… Bütün bunlar elbette kadınları riskli koşullarda bırakıyor, şiddete, yoksulluk ve yoksunluğa bağlı sosyal dışlanmaya açık hale getiriyor. AKP’nin yoksul ve/veya yoksun kadınlara teklif ettiği sosyal yardımlar ise kadınları güçlendirmek bir yana, onları belirli eşitsiz ilişki ağlarına hapsediyor, ataerkil ekonomik süreçlerce içerilmelerine neden oluyor.
Tam da bu nedenle HDP Kadın Meclisi, “Kadın Yoksulluğuna Hayır” programı dâhilinde kadınlarla buluştuğu her yerde şunu belirtiyor: “Kadın yoksulluğunu yenmek için, yoksulluğu kız çocuklarına miras bırakan bu düzenin değişmesi şarttır. İktidarınız sosyal yardımları bir hak olarak tanımadığı için kadınları size muhtaç hale getiriyor, kendinize bağımlı kılıyorsunuz. Her kadına ya iş ya da gelir güvencesi bir hak olarak tanınmalıdır.”
Kirli, tehlikeli, küçük düşürücü işler!
3-D (Dirty, Dangerous, Demeaning), yani “Pis, Tehlikeli, Küçük Düşürücü” işler olarak adlandırılan, tüm dünyada çoğunlukla en yoksulların, göçmenlerin, mültecilerin ve kadınların yaptığı işler var. Hatta bu işlere kimi zaman yeni bir “D” daha ekleniyor: Sıkıcı (Dull). Genelde göçmen ve mülteciler, özelde ise göçmen ve mülteci kadınlar, eğitimleri ve becerileri ne olursa olsun iltica ettikleri ülkelerde yerli halkın yapmak istemediği, yapmaktan kaçındıkları işleri istismar ve sömürüye açık koşullarda yapmak zorunda kalıyorlar. Kâğıtsız göçmenler için koşullar daha da ağır, sosyal yardımlara erişemedikleri için 3-D işleri yapmaktan başka bir şansları olmuyor.
3-D işler, bir tarlada çalışmak da olabilir, markette yerleri fırçalamak, pasaportuna el konulan evde ev işçisi olarak çalışmak; bina temizlemek, yaşlı, hasta veya çocuk bakıcılığı yapmak da olabilir. Göçmen/mülteci kadınların hamilelik sırasında ve doğumdan hemen sonra dahi çalışmak zorunda kaldıkları bu işler güvenli olmayan, işçi sağlığı ve iş güvenliği mevzuatının uygulanmadığı, eğitimlerin yapılmadığı, geçici, güvencesiz işlerdir. Bu işleri yapan kadınlar için yoksulluk süreklilik arz eder.
Başlangıçta “3-Y ile mücadele” vaadi vardı. Dünyanın bir toz bulutu olduğu dönemden kalma bir şey sanki. Bugün kadınlara koşulları belirsiz, seçme şansını elinden alan, bağımlılığı artıran bir sosyal yardım seçeneği sunuluyor, bu seçeneği istemediğimizde ise pis, tehlikeli ve küçük düşürücü işler biz kadınları bekliyor.
HDK Kadın Koordinasyonu üyesi