Demokrat Biden’in ABD Başkanı seçilmesi, ardından da Baerbock’un Yeşiller partisinin Şansölye adayı ilân edilmesi, Almanya’daki kimi sol-liberal çevrelerce “neoliberalizme darbe vuruluyor” ve “yeşil kapitalizme geçiliyor” yorumlarına neden oldu. Bu çevrelerde Biden’in 1,9 trilyon dolarlık yardım paketinin ve Yeşiller partisinden bir kadının Şansölye olma olasılığının “sosyal ve ekolojik çizgiye doğru” bir değişimin habercisi olduğu iddia ediliyor. Gerek Biden’in “100’üncü gün konuşmasına” gerekse de Yeşiller partisinin seçim programındaki sosyal ve ekolojik vaatlere bakıldığında böylesi bir kanı oluşabilir. Ancak görüngülerin aldatıcı olduğu kadar, ayrıntıların da her şeyin göründüğü gibi olmadığını kanıtladığını söylemeliyiz.
Biden’in iktisat ve sosyal politika alanlarındaki adımlarında, Trump dönemi ile karşılaştırılınca, olumlu sayılabilecek bir gelişme var tabii. Cihan Tuğal Evrensel gazetesindeki köşesinde gelişmeleri arka planıyla değerlendiriyor ve 1,9 trilyonluk yardım paketine sermayenin neden karşı çıkmadığını açıklıyor. Biden konusunda “temkinli iyimserlik” içinde olduğunu söyleyen Tuğal’ın yazılarını takip etmenizi öneririz.
Biden yönetiminin dış politikadaki adımlarına baktığımızda ise, olumlu sayılabilecek hiçbir nokta kalmıyor. Tuğal’ın deyimiyle içeride “Amerikan tarzı sosyal liberalizm” kartını toplumsal rıza üretimi için kullanan Biden, dış politikada militarizme ve yayılmacılığa ağırlık veriyor. Rusya ve ÇHC’ne yönelik saldırgan tutumunun, salt dünyanın geri kalanı değil, ABD toplumu için de ne denli tehlikeler taşıdığını ayrıca vurgulamaya gerek yok.
Yeşillere gelince: Seçim propagandasında sosyal ve ekolojik söylemi ön plana çıkartan Baerbock karşımıza dış politikada ABD’nin peşinden giden saldırgan ve yayılmacılığı savunan bir şahin olarak çıkıyor. Federal Ordu için daha fazla bütçe, daha çok müdahaleler ve AB’nin daha da militaristleşmesini isteyen Baerbock, Batının dünya çapındaki egemenliğini güçlendirmekten söz ediyor. Örneği ÇHC’ne diyalog ve sertlik politikasıyla yanıt verilmesini isteyerek, ÇHC’nin “transatlantik iklim partnerliğinin boyunduruğu altına sokulmasını” açıkça ifade ediyor. Sanki iklim krizinin tek sorumlusu ÇHC’ymiş gibi…
Pasifik’teki yangını körükleyen Baerbock Rusya konusunda daha da saldırgan bir tavır alıyor. Güncel Ukrayna gerilimini AB’ne Rusya’ya karşı daha sert yaptırım kararı alması için kullanıyor ve NordStream 2 boru hattının “AB’nin jeostratejik çıkarlarına ters düştüğü için” durdurulmasını istiyor.
Yeşiller ilk kez iktidara geldiklerinde ülkeyi NATO savaşına sokmuşlar ve sosyal devleti törpüleyen neoliberal politikaları başlatmışlardı. O zaman ülkede “sol” sayılabilecek bir çoğunluk vardı. Bugünün koşullarında iktidar olduklarında neler yapabileceklerini sıralamaya gerek yok. O açıdan transatlantik saldırganlığın simge isimleri Biden ve Baerbock söz konusu olduğunda, temkinli iyimserliğin dahi fazlaca iyimserlik olacağını söylemeliyiz. Çünkü dış politikalarının sosyal ve ekolojik tek bir yanı yok.