Necati Sönmez
Dünyanın en rahat, en kaygısız ‘kafası’ (ideolojisi diyemiyoruz maalesef), herhalde milliyetçi/ulusalcı düşünce yapısına sahip olandır. Hangi meseleye bakarsa baksın, aynı şeyi görür. Argümanları sade ve nettir, beynini çok fazla detayla meşgul etmesi gerekmez. Elindeki formülle her tür matematik problemini çözmeye hazır ve nazırdır. Ufak tefek işlem hataları, bir takım çelişkiler onu kısa yoldan dilediği sonuca gitmekten alıkoyamaz. Bu konuda iddialıdır da, hatta bu işin kitabını yazmıştır icabında. Çelişkiler aleminde nefes alıp vermek başını ağrıtmaz, midesini bozmaz. Sağlam kafa, sağlam vücut!
Göz zevki az çok gelişmiştir; evinin banyosunu döşerken elbette mermeri değil mozaiği tercih eder. Siyasete gelince, “Ne mozaiği ulan!” diyen Başbuğ namlı faşistin mermer sevdasını makaraya alır, onu eleştirir gibi gözükür. Gelgelelim, Cumhuriyetin mozaiği mermere dönüştürme projesi olduğunu bilmezden gelir ya da bilmek zahmetine katlanmaz. Devletin kurucularının aslında en baştan ulusal dekor olarak mermeri tercih ettiği ve neticede bu projeyi hayata geçirdiği gerçeği üzerine düşünme zahmetine girmez. Gerçi sonuçta ortaya çıkan mermerden ziyade (çünkü onun da doğal bir oluşum süreci vardır), mermer görüntüsü verilmiş, deniz kumundan mamul beton olmuştur, ama neyse. O betonun sıvaları her sarsıntıda dökülürken, sütunlardaki çatlaklar büyürken dizini dövmekten öte bir işe de kendini koşamaz, en fazla demir kolonlarla güçlendirme çabasına alkış tutar, o kadar. Bu açıdan da dünyanın en konforlu, en zahmetsiz siyasi pozisyonuna sahiptir; Bir şey yapma mecburiyetinde hissettmeme pozisyonu.
Tüm farklılıkları budanmış bir toplumda yaşamakla ilgili herhangi bir sorunu olmadığı gibi, TOKİ bloklarından farksız boyalı badanalı bir tarih anlatısına da kanmaya razıdır. “Tek dil, tek din” ilkesinin eninde sonunda tek lidere doğru evrilmesinin, eşyanın tabiatına uygun hatta kaçınılmaz olduğunu bilmek istemez. Şimdilerde hayatının, bir zorbanın iki dudağına bağlı kararlarla belirleniyor olmasını zalim kaderin cilvesi, talihsiz bir kaza olarak görmeyi tercih eder. (Ah ah, falanca lider Meclis’te o hatayı yapıp falancanın siyaset yasağını kaldırmasaydı, buralar güllük gülistanlık olacaktı şimdi.)
Ermeni soykırımı bahsi açıldığı anda resmi tezleri ezberden okuyan inkârcı koroda görevliyse, lafı diğer ülkelerin işlediği katliamlara, özellikle Fransa’nın Cezayir’deki insanlık suçlarına getirmeyi marifet sayar. Ama aynı zamanda, Türkiye’nin bu kıyımlara sessiz kaldığını, Cezayirlilere reva görülen zulmü Fransa’nın iç sorunu olarak gördüğünü, bu mazlum halkın bağımsızlık talebi BM’de her oylandığında çekimser (sözde ‘tarafsız’) kalarak ısrarla sömürgeci Fransa’nın safında durduğunu hatırlamak istemez.
Emperyalist işgalcilere karşı verdiği bağımsızlık/kurtuluş savaşını resmi tarih anlatısı olarak benimsemiş, bunu okul çağındaki tüm çocuklara ezberletmiş bir ülkenin, birkaç onyıl sonra başka bir halkın verdiği bağımsızlık talebine sağır kalabilmesi nasıl açıklanabilir? Herhalde ancak, kendi pisliğinin üstünü örtme çabası ve suçluluk duygusuyla.
Geçenlerde, çok satan çok alkışlanan bir ulusalcı yazarın Arap Bedevileri tarihi ve kültürü hakkında bizi ‘aydınlatan’ bir yazısında şöyle bir cümle okudum ((imlâsına dokunmadan): “Orta Asya’nın derinliklerinden Bilge Kağan’dan beri Türkler’in kervanlara koruculuk bekçilik yapması Anadolu’ya akan öncü Türkler’in nasıl çok büyük karakteristik özelliği olmuşsa ‘soygunculuk ta’ bedevi kültürüdür.”
Göçebeliğiyle meşhur bir ırkın efradı, başka bir göçebe halk hakkında bol kepçeden yargı dağıtıyor. Geçenlerde İsrail devleti, Negev çölünde Arap Bedevileri’ne ait Al-‘Araqīb adlı bir köyü 192. kez yıktı ve Bedeviler köylerini 192. kez yeniden inşa etti. 1948’de kurulan İsrail devleti, yüzyıllardır var olan, tarihi mezarlığı bulunan bu köye ‘öyle bir yer yok’ diyerek her fırsatta dozerlerini gönderiyor, köyün sakinleri de her seferinde köylerini küllerinden doğurup direnişin tarhini yazıyor.
Ne diyorduk, milliyetçi/ulusalcı kafa dünyanın en rahat kafası. Çevresini saran lağıma gözünü, kokulara burnunu kapayarak çelişkiler denizinde kaygısızca yüzmeyi başaran kafadır.