Necati Sönmez
Anadolu Kültür’ün geçen sene hazırladığı Adalet Atlası başlıklı podcast serisinin* bir bölümünde “yazarların yazmadıkları” konusu etrafında edebiyat ve adalet ilişkisi işlenmiş, konuklardan Mehmet Fatih Uslu, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın geçmişe sıkça göndermeler yapan “Huzur” gibi eserlerinde Ermeni toplumunu neden bir türlü görmediğini, o her şeyi gören, gözlemleyen yazarın onları nasıl ‘unuttuğunu’ sorgulamıştı. Öncesinde de 19. yüzyıl Osmanlı aydınlarının sömürülenlerle değil sömürgeciyle özdeşlik kurduğunu, kendilerini ezilmişlerin, örneğin Afrikalı kölenin, mazlumun safında değil, beyaz Avrupalının yanında gördüğünü söylemişti.
Avrupa kıtası faşizmin çizmesi altında ezilirken ve Alman ordusu doğuya doğru ilerlerken, Türkiye Nazilerle flört etmeyi tercih etmiş, dönemin basını ile burada yazıp çizen aydınları bu işbirliğini sorun etmediği gibi, koşulsuz desteklemişti. Buna karşı duran bir avuç sosyalist ise tutuklama, işkence ve sürgünle cezalandırılmıştı. Türkiye, sözde tarafsız görünerek 1941’de Nazi Almanyası ile Türk-Alman Dostluk Anlaşması’nı imzalarken de, sonra Mihver Devletler’in yenilgisi kaçınılmaz olduğunda bu sefer Almanya’ya şeklen savaş ilan ederken de, politikasını insan haklarına veya temel ilkelere göre değil rüzgârın yönüne göre belirlemiş, Cumhuriyet gibi gazeteler ise bu politikayı alkışlamaktan geri durmamıştı.
Bu arada, Nazi uygulamalarından ilham alarak Varlık Vergisi gibi bir kanunla azınlıkların mallarına ‘çökmekten’, gayrımüslimleri vergi adı altında haraca bağlamaktan, ödemeyenleri çalışma kampına göndermekten çekinmemişti. Bu ırkçı kanunu uygularken eli son derece rahattı; yine kamuoyunun ve dönem basınının tam desteğini almıştı. Üstelik adının çağrıştırdığının tersine, bundan sadece ‘varlıklılar’ değil, Müslüman Türk olmayan onbinlerce esnaf, emekçi ve dar gelirli de nasibini almıştı. Tahakkuk edilen vergiyi ödeyemeyenler Aşkale’ye doğru yola çıkarılırken, Refik Halit Karay 1943 başlarında Tan gazetesinde şunları yazabilmişti:
“Zelzeleler yüzünden halk meydanlara yığılır, kara kışlarda asker yarı beline kadar karlara gömülü nöbet başında beklerken kılına halel gelmeden, dörtbaşı mamur, bire beşyüz kazanç, içimizde biri vardı, hayır işlerine metelik vermiyen biri […] Yalova kaplıcasında şiş karnına masaj yaptırıyor, yahut Yörükali plajında haspaların gergin mayolarını okşuyor; Taksim gazinosunda viskiler yuvarlıyarak İspanyol dansözünün uzun etekleri arasından külotunu gözetliyor; kilerine bisküvi tenekeleri, çikolata paketleri, karamela kutuları, şampanya kasaları yerleştiriyor; Sandal Bedesteninde [müzayedelerde] kızına elmas arttırıyor; Suadiye’de oğluna villa kurduruyor, kulüpte karısının şansına veya metresinin hesabına beş bin liraya bir parti bezik oynuyor, iki taksiyi hususi otomobil diye emrinde çalıştırıyordu. Bu kimdi? Her halde ben, biz değildik […] Sendin, sizdiniz! […] Bazı güzel duygular vardır: Aza kanaat, vatana sevgi, kanuna itaat, yoksula yardım, aça merhamet, halk derdine ortaklık […] Bunlardan zerre kadar nasibini almayan sendin, sizdiniz! […] Dört yıldır bâzan için için, bazı kere bıyık altından, çok kere de katıla katıla gülüyordunuz. Dört yıldır gülen sendin, sizdiniz! Şimdi benim, biziz!” (Aktaran: Ayhan Aktar.)
Ohannes Kılıçdağı’nın bir yazısında dediği gibi, “burada başrolü hükümetten çok basın oynamış, yazarıyla, çizeriyle ‘misafirperverliğimizi istismar ederek memleketin kanını emen yabancılar’ imajını körüklemişler. (Dikkatinizi çekerim, burada ‘misafir’ denenler bu toprakların binlerce yıllık sakinleri.) Ahmet Emin Yalman, Zekeriya Sertel, Refik Halit Karay, Peyami Safa gibi başka konularda kolayca hemfikir olamayacak kalemler Varlık Vergisi bağlamında Hıristiyan ve Yahudi karşıtlığı konusunda kolayca bir araya gelmişler.”
Neredeyse aynı söylemin bugün yine farklı dünya görüşlerine sahip kesimlerce, savaşlardan kaçıp ülkemize sığınmış mültecilere karşı yeniden üretildiğini görmek ne kadar ibret verici, değil mi! Binbir haksızlık, hukuksuzluk, aleni hırsızlık, cinayet vb. karşısında birleşemeyen kesimler, ‘yabancı’ düşmanlığı cephesinde nasıl da tek ses oluveriyor.
Ancak onlar tek ses olurken, toplumun genelinde tek seslilik hakim değil neyse ki. Sayıları daha az olmakla birlikte, mültecilerle dayanışan, ezilenler olarak kendini onlarla aynı safta görenler de var. Toplumda ezilenden değil ezenden yana olma, ilkelere değil çıkarlara uygun davranma, devletle aynı telden çalma geleneğinin tarihi eskiye dayanıyor evet, ama bir zamanlar Cezayir’in bağımsızlık savaşı sırasında ülkesinin sergilediği utanç verici tutuma karşı çıkanlar olduğu gibi, bugün de işinden gücünden olmak pahasına barışı savunanlar, sömürgeci maceralara karşı çıkanlar, Kürtlerin hak mücadelesinden yana tavrı koyanlar var. Bu karanlık tünelde ilerlerken önümüze bir nebze ışık düşürenler, onlardır.
(*)Adalet Atlası podcast serisini tamamına buradan ulaşmak mümkün:
anadolukultur.org/34-calismalarimiz/1090-adalet-atlasi/