M. Ender Öndeş
Geçen aklıma geldi yine. Sıkıyönetim Mahkemesini felç etme fırsatını kaçırdığım gündü! Hâlâ üzülürüm. 1983 filan… Son duruşmalar yapılıyor, heves edip 90 sayfa savunma hazırlamışım, niyetim okumak. Fakat efendiliğim tuttu işte ki çok nadir tutar, dedim ki heyete, bakın ben kekemeyim, eziyete gerek yok, isterseniz avukatım okusun. Artistlik etti bunlar, ya kendin oku ya da yazılı ver! Dedim tamam, başlıyorum o zaman. Sonra, ne olduysa, tehlikeyi fark ettiler herhalde, aralarında fısıldaştılar, tamam avukatın okusun dediler. Kaçtı işte fırsat! Ben bir hafta boyunca kekeleye kekeleye onların anasından emdiği sütü burnundan getirir, üstüne psikiyatriye postalardım ama olmadı!
Şimdi Kobanê davası başlıyor ya, durum tam tersi. Yüzden fazla zeki ve konuşkan insanı bir araya getirip ille de toplu dava yaratan akıl bunun sonucuna katlanacak! Bir bölümü zaten yıllardır böyle ‘kitle’ önünde konuşamamış olmanın hırsıyla bekliyor; hele tanıdığım bazıları var ki, zaten normal sohbette susturulamıyor! Yapacak bir şey yok! Kendi düşen ağlamaz!
Sonra, diğeri, kapatma davası gelecek. Savcı bey hele bir normal iddianame hazırlamasını öğrensin, getirecek önümüze ve o zaman da Mithat Hoca hepsini canından bezdirecek!
Ne istiyorlar HDP’den? Bu kadar eziyete niye katlanıyorlar? Kobanê protestoları sırasında yaşamını yitirenleri, cam çerçeveyi çok mu önemsiyorlar? Hiç ilgisi yok. HDP, mevcut nizamın ayarlarını bozuyor. Şu ya da bu seçimden söz etmiyorum, genel olarak, siyasal yelpazede böyle bir siyasi partinin var olması, daha da mühimi halk nezdinde kabul görmesi onların gerçek sorunu. İzlediği çizginin HDP’yi marjinalleştirmesi gerektiğini düşünüyorlar örneğin (misal Soykırım gibi) ya da bu kadar baskının yılgınlığa yol açmasını bekliyorlar ama olmuyor, olmuyor, olmuyor. Böyle bir parti var ve bu parti, onların kendi aralarında oynadıkları oyunların dışında duruyor.
Açıkça söylüyor kapatma iddianamesi denilen şey: “Davalı parti hiçbir milli meselede Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yanında yer almamış aksine Türk Devletinin ve milletinin karşısında yer alan kim varsa haklı olup olmadıklarına bakmaksızın ön kabulle onların safında yer almayı tercih etmiştir.” Bildiğimiz ve gururlandığımız bir şeyi söylüyor bize, evet, bu parti ‘yerli’ ama ‘milli’ değil. Sizin ‘milli mesele’ saydığınız işler, bu parti için militarist gösterilerden ibaret ve bu parti sizin suçlarınıza ortak olmak niyetinde değil.
Bir başka vesileyle okurken rastladım geçen gün. Güney Afrika’da Rivonia Davası’ndan önce, 1956’da bir büyük dava daha varmış: Vatana İhanet Davası! Mandela başta olmak üzere 156 kişi! Hepsi tutuklu! Alaşağı ver yukarı 4 yıl sürüyor mahkeme, sonunda 1961’de herkese beraat! Bu insanlara ‘vatana ihanet’ suçlamasını nasıl yapabileceklerini şaşırıyorlar çünkü. Gelip tepesine çökmüşsün, o da vatanını savunuyor, nasıl yani ihanet? Asıl bunu yapmayan ‘vatan haini’ olmaz mı?
Velhasıl boş iş! Çünkü vatan, başka bir şey. Misal biri benim bilgisayarıma çay dökse de bütün külliyatım gitse, bunu ‘bilgisayara ihanet’ sayabilirim, gözüm keserse eğer döverim bile. Ama buradaki kritik konu şu: Bilgisayar benim.
Peki, vatan kimin?
Altı milyon insan nerede yaşıyor? Mars’ta mı?
Geçiniz. Geçiniz ve eziyete hazırlanınız. 108’i de konuşur bunların şimdi. Ovvv!