Metin Yeğin
2000 yılının başında bile harita çizmek yasaktı. Bu sadece hani devletler için önemli, askeri bir alan gibi yerler için değil, her yer için geçerliydi. Eğer bir filmde filan harita kullanmak isterseniz, onlarca dilekçe yazıp, onlarca hikâye anlatıp, onlarca bürokrat suratı çekip ve eğer uygun görürlerse onlarcalar -ki devletlerin beni uygun görmeleri her zaman zordu-, havalı bir imza atıp müsaade ederlerdi. ‘Likya Yolu’ trekking belgesel filmini yaparken bile, şöyle el çizimi gibi, kalınca bir çizgiden ibaret yürüyüş yolu haritası için neler çekmiştik.
Sonra ‘Google’ gibi bir harita uygulaması çıktığında, devletlerin daha besili olanlarının yıllardır, ciğerlerimizi bile istediklerinde görebildiklerini öğrendik. Sonra ayaklara düştü bu da, bize yani. Bir düğmeye basıp, insanların bile seçildiği dünya artık bize ‘Google’ kadar yakındı. İçine hapsedildiğimiz, tek kişilik hücreler cep telefonları, insana kaybolabilme özgürlüğü de tanımıyordu. ‘Sağa dön sola dön olmadı insan geri dön’ gibi komutlarla, etrafımıza bile bakamadan, gideceğiniz yer postalamaya başladı, eh tabii ki telefon faturasını öderseniz. İyice salaklaşmaya başladık cemi cümle. Onsuz buluşmamakla başlayan cep telefonu tarihi, onsuz hiçbir yere bulamamakla devam etti.
Bıyıkları kesilmiş kedi gibi, kendi etrafımızda dönüp duruyorduk, ‘Google map’siz…
Bu her yere maruf harita, geçen hafta ‘Gazze’ için bulanık çıktı. Yani bakmak istediğinizde, silinmemiş bir gözlük camını çağrıştırıyordu harita. Hiçbir şey seçemiyordunuz. İlginçti bu tesadüf. İsrail füzelerinin askeri hedefleri! çocukları da içine katarak, öldürdüğü günlere denk gelmişti.
Her zaman gerçekliğin radikal tekelleri, devletlerin süzgeçlerinden geçen ve maniple edilen hayat, kendilerinin bize sunduğu sanal gerçekliği bile bulandırdı. Haberler ve gerçeklik her zaman bize bulanık sunuluyordu ama bu sefer haritalar da buna katıldı. Geriye her haber bülteninde, hava durumu gibi sunulan, günlük ölü sayıları, ölenlerin kaçının kadın ve çocuk olduğu gibi müthiş ayrıntılar kaldı.
1965 yılında, Beyrut’un hava fotoğraflarını çekerek, turistik rehberini hazırlayan fotoğrafçının anlattıkları geldi aklıma. Daha sonra iç savaş başladığında dükkanına uzun süre uğrayamamıştı. Savaş aralarında gidebildiğinde ise bu fotoğrafların, negatiflerinin asitlendiğini gördü. Bu ona başka bir fikir verdi. Beyrut’ta savaşta hangi bina yıkıldıysa, fotoğraflarda oraları asitleyerek orayı fotoğrafta da yıktı. Bu turistik Beyrut fotoğraflarına baktığınızda, artık savaşı görüyordunuz. Önceyi ve sonrayı…
Gazze haritalarda bile silik. Füzelerin yıktığı evler bulanık, gerçeklik sis altında, çocuk ölüleri sadece sayı sanki ve barış hiç görülmeyecek kadar uzak…