M. Ender Öndeş
Epey oluyor, Muhteşem Yüzyıl dizisinin oynadığı zamanlar mıydı, yoksa daha öncesinde miydi, hatırlamıyorum şimdi; birkaç kadın arkadaşın da olduğu bir ortamda Süleyman-Hürrem ilişkisinin ‘aşk’ olup olamayacağını tartışmıştık. Değişik şeyler söylenmişti ama birçoğumuz, bu kadar güçlü bir iktidar ortamında ‘aşk’ ilişkisinin mümkün olmadığını düşünmüştü. Yani, bir tarafta ‘cihan hâkimi’ olan ve iki dudağının arasından çıkacak tek sözcükle kelle uçurabilen bir kudret var, diğer yanda sarayın hangi odasında yaşarsa yaşasın eninde sonunda ‘teba’ ve ‘kul’ olan başka biri… Öyle ki, nihayetinde kendi kellesi bile o iki dudağa bağlı! Bu kadar dengesiz bir durumda tabii ki ‘iyi ilişkiler’ yaşanabilir ama onun adı da ‘alicenaplık’ olsa gerektir, diye düşünmüştük.
Bir durumu başka bir duruma benzetmek çoğu zaman risklidir, biliyorum ama iktidarla, iktidar kuşanmış insanlarla ilişkinin sorunlu olduğu kesin. Sözü Erkan Oğur’a getireceğim anlaşılmıştır biraz ama sorun Erkan Oğur değil tek başına. Burada, şöyle ya da böyle bir ilişki var ve bu ilişki iktidar partisinin bir ilçe yöneticisi ile değil, son derece kilit noktada duran biriyle kuruluyor. Herhalde şu konuda bir ihtilaf yok; İbrahim Kalın, örneğin Arınç gibi ara ara mızmızlanan biri filan değil, bu memlekette şu anda ne oluyorsa hepsinin en azından ‘ikinci dereceden’ sorumlusu pozisyonunda. Eh, anlaşıldığı kadarıyla müzikle bir ilgisi var. Olabilir, misal, Gestapo’nun şefi ve ‘Nihai Temizlik’ kararının mimarı Heydrich de müzisyen bir ailenin evladı ve iyi bir keman sanatçısı. Buna mukabil, mesela ben de okul zoruyla alınmış mandolinin arkasını darbuka yapmış bir adamım ama Topkapı Sarayı’na ziyaretçi olarak bile gitmişliğim yok!
Linç iyi bir şey mi? Değil. Kimse kimseden devrimci, komünist filan olmasını da beklemiyor; yok öyle bir şey. Ayrıca Erkan Oğur şüphesiz iyi bir müzisyen. Solcu olsun olmasın, bana ne? Ama korkunç şeyler oluyor bu memlekette. Bu bir realite. Bir düzen inşa ediliyor. Ağır suçlar işleniyor. Yani öyle bir davette rasgelmişsin de mecburen elini sıkmışsın filan değil ki bu. Bir iş yapıyorsun ve kiminle yaptığını da bal gibi biliyorsun.
Bana sorarsanız bir defa kişi kendi değerini bilmeli, ona sahip çıkmalı. Aziz Sancar’da yaşamıştık bunu daha önce. Adam kromozomun sırrını çözmeye çabalayıp Nobel alıyor ve saraya gidişini “Devlet büyüğü çağırınca gitmek lazım” diye açıklıyor. Yahu sen kimsin? Nobel dedikleri gazoz kapağı mıdır? Kim kimin ayağına gitmelidir? Ayrıca, sadece öyle elit insanlardan da söz etmiyorum, iyi bir çatı ustası da bence saray ahalisinden değerlidir. Bizim alt katta eşimin kuzeni var, çocuk tornavidayı eline alınca içinden Einstein çıkıyor; Allah razı olsun yaptığı işlerden, ben onu da kırk saraylıya değişmem!
Aslında yeni bir mesele de değil bu. Sabah’ın bir röportajcısı vardı mesela, bir ara resmen ava çıkıyordu kadın. Kimler kimler… Cahillik mi bu? Hayır. Gazeteyi de biliyorsun, şahsı da. Niye peki? Gelmişsin kaç yaşına, müzikte, sinemada filan efsanelere imza atmışsın, neyin ihtiyacıdır bu? Derdin ne? İki gün sonra da ben aslında şöyle biriyim filan diyorsun bize; neden? Bir de “ben abdestimden eminim” lafı var. Hayır, öyle değil o. Yahu abdest dediğiniz şey (tövbe tövbe!) sindirim sisteminizin yanlış zamanda gösterdiği ufacık bir reflekse bakar. Neyin abdestiymiş o öyle?
En çok da şunu duyduk o aralar: Toplum çok kutuplaştı, herkes kendi mahallesindeyken öte yana seslenmeyelim mi?
Bir, toplum çok kutuplaşmadı; toplum yanlış yerden kutuplaştı! Toplum, bireylerin ve sınıfların gerçek sorunları üzerinden kutuplaşmıyor, asıl sorun bu. Ve bu sorun yeni de değil. Engels’in ‘yanlış bilinç’ kavramını kullanmasından bu yana 150 yıl geçti, insanların bilinçlerinin onların yaşamlarının doğrudan sonucu olarak ortaya çıkmadığını çoktandır biliyoruz. Şunu da biliyoruz ayrıca, bu süreçteki hiçbir devrimde burjuvalarla işçiler karşı karşıya savaşmadı; devletlerin zor güçleri her zaman alt sınıfların çocuklarından oluştu. Ama bu sorun, siz karşı tarafa şirinlik edince çözülecek bir sorun değil.
İkincisi, şu ‘mahalle’ lafını icat edenin Allah belasını versin! Yok öyle bir şey. Ne mahallesiymiş o? Bir defa, mahalle biziz. Onlar, fiziki olarak da mahallede filan oturmuyorlar. Sorun şu ki, onlar, oturdukları yerden milyonlarca insanın bilincinin yanlış şekillenmesine neden olan -Engels’in hayal bile edemeyeceği- muazzam bir siyasal/sosyal/kültürel mekanizmayı yönetiyorlar ve tam da bu nedenle milyonlarca emekçi farklı mahallelerdeymiş gibi görünüyor ve yaşıyorlar. Bu, devrimcilerin çözmesi gereken bir sorun elbette ama çözüm, şirinlik gösterilerinden ya da ‘kutupları eritmek’ adına muktedirlerle iş tutmaktan geçmiyor.
***
Şimdi, şu anda, onurlu ve cesur bir kadın yoğun bakımda: Mısra Öz. İçim parçalanıyor ve sürekli twitlere bakıyorum bir gelişme var mı diye.
Eyvallah, üzmeyelim Erkan Oğur’u. Oğuz Arda Sel diye bir çocuk var ama. Vardı daha doğrusu. Unutursak insan değiliz!