M. Ender Öndeş
N’oldu şimdi? Emekli amirallerimiz öyle birden coştular; Montrö Sözleşmesi, Lozan, Anavatan, yetmedi Mavi Vatan, takkeli amiral, Atatürk devrimleri… İki gündür siyaset dünyasının üstü köpük köpük. Sosyal medyada 15 Temmuz’dan çıplak general fotoğrafları yayınlanıyor, trol orduları hareket halinde… Bu yazı yazılırken gözaltılar başlamamıştı ama olacağı kesin görünüyor, belki de başlamıştır. Her şey bir tuhaf! Komplo teorisi kurmak istemiyorum ama her şey, tam da iktidarın istediği gibi!
Daha doğrusu aslında önümüzde iki yönlü, çetrefil bir mesele var.
Nedir bu bildiri gerçekten? Kimdir bu adamlar? Memlekette neler olup bittiğini sosyal medyada bir takkeli general gördüklerinde mi fark etmişler? Adam daha geçen hafta tek bir imza atıp İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıyorum demedi mi? Kadınlar ne yaptılar buna karşı? Doldurdular bütün kentlerde bütün alanları, hayır dediler; yerlerde sürüklendiler, dayak yediler ama hayır demeye de devam ediyorlar, edecekler. Ya aylardır dayak ve hapis pahasına okullarına savunmak için kendilerini paralayan çocuklar?
Montrö ve takke, öyle mi? Siz bu memleket sevdalısı paşaların ömürlerinde bir defacık kendi aptal saplantılarının dışında bir konuda konuşup “hayır bu yanlıştır” dediğini duydunuz mu? Ayıptır söylemesi, insan hakları, işkence, kaybedilen insanlar filan yani… “Türk ordusu helikopterden adam atmaz arkadaş” diye gürleyen bir generale rastladınız mı hiç? Köylülere b.k yedirilmesini bir generalin takkesi kadar önemsediler mi hiç? Gencecik insanları, hatta çocukları asit kuyularına gömen meslektaşlarını hiç olmazsa yarım ağızla kınamışlıkları var mıdır? Barış dedikleri için sokağa atılan akademisyenlerden hiç mi haberleri olmamış? Hadi geçtim onları, hadi onlar Kürt, solcu filan, hadi onlara her şey müstahak, yahu bu memlekette bir gece yarısı koğuştan kaldırılıp darbeye koşulan askeri okul öğrencilerine yapılanları hiç mi duymamışlar? Her Allah’ın günü çocuğu için sokakta polisle cebelleşen Melek Çetinkaya vardı mesela, bir gün elinden tutmuşlar mı kadıncağızın?
“Kabul edilemez nitelikteki bazı görüntüler…” Vah vah vah! Evet, var öyle görüntüler. Kadıköy’de her gün var mesela; Diyarbakır’da, Şırnak’ta her gün var; paşaların televizyonları tek kanallı olduğundan zaar, görüp görebildikleri generalin kafasındaki takke oluyor!
***
Ama bir şey daha var. Bütün bu ahmaklıklara öfkelenirken üzerinden atlamamamız gereken başka bir şey… Onu görmek içinse HDP’yi kapatma iddianamesinin 604’üncü sayfasına gitmek gerekiyor. Şöyle diyor orada: “Davalı parti hiçbir milli meselede Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yanında yer almamış aksine Türk Devletinin ve milletinin karşısında yer alan kim varsa haklı olup olmadıklarına bakmaksızın ön kabulle onların safında yer almayı tercih etmiştir.”
Bir muhalefet partisine yönelik iddianamede ‘suç’ olarak, ‘kapatma gerekçesi’ için yazıyor bunlar ve dediği çok açık: Bu ülkede tek bir siyaset yapma biçimi, her konuyla ilgili tek bir düşünme biçimi var; bütün partiler ve yurttaşlar, devletin belirlediği düşünme biçimini bilmek ve ona uymak zorundadır. Bu, açıkça, her yurttaşa, rahmetli babamın yaptığı gibi sabah ve akşam ‘ajans’larını dinleme ve ‘şahsım’ın muhtelif konulardaki fikirlerine uyum sağlama zorunluluğu getiren bir sistem. Bugün Fransa ile küs müyüz, Arjantin Meclis’te protesto edilecek mi, Zambiya ürünlerine boykot uygulayacak mıyız gibi soruların karşılığını bilmek zorunda olduğumuz gibi, Reis’in kaç çocuk istediğini, ‘milli ve yerli’ kültür ürünlerinin hangileri olduğunu da aklımızda tutmak zorundayız. Zorundayız, çünkü o, yani ‘Şahsım’, yani ‘milletin babası’, hatta bizzat kendisi olarak doğruların da mülkiyetine sahip ve ona karşı çıktığınızda milletin karşısında durmuş oluyorsunuz. Yirminci yılda, sevgili amirallerimizin ve onlar gibi ahmakların büyük katkısıyla geldiğimiz yer burası.
Bu noktada, amiral amcaların hiç mi hiç merak etmediğimiz lüzumsuz akıldaneliklerinden tiksinti duyabiliriz ama her konuşanı ‘darbeci’ yaftasıyla tehdit ederek sindirmek isteyen bir ceberrutluğun da parçası olamayız. “Aman bizi darbeci sanmasınlar” diye hiçbir hizaya girmeyiz, hiçbir ayar kabul etmeyiz. Üç gün sonra herhangi bir ‘milli’ mesele vesilesiyle (mesela Kürtler!) yine aynı safa dizileceklerini de aklımızdan çıkarmayız evet, ama ‘darbe edebiyatını’ da yemeyiz!
Yani sonuçta, paşalar briçten ve geyikten boş kalan vakitlerinde bildiri yazmak istiyorlarsa, keyifleri bilir. Bize göre hava hoş! Herkes eteğinde ne taş varsa döker, döksün. Yaşı kemale ermiş, hatta bir hayli geçmiş adamlar bunlar, bir sonucu varsa da katlanırlar herhalde. Gerçi geçmişte test edilip onaylandı; kapılarına dayanıldığında pek öyle general gibi davranmıyorlar ama bu defa Gergerlioğlu gibi sıradan bir Müslümandan utanırlar herhalde.
Bize gelince. Bizim durduğumuz yer belli. Biat etmek kitabımızda yazmıyor. Hiç yazmadı.