Kenan Kırkaya
Manavgat yanıyor, Osmaniye yanıyor, Muş Şenyayla yanıyor. En son Manavgat’ta kent alevlere teslim oldu, ocağımıza ateş düştü; yaşam alanlarımız cayır cayır yanmaya başladı, kaynaklarımız kurudu, topraklarımız çöle döndü, üstümüze taş toprak yağıyor. Yanan ağaçlar, hayvanlar… Genzimizi yakan yanık et kokusu, küle dönen yaşam. Yangınlar, seller, kuraklık…
Ama hiçbir şey kâr etmiyor. Aynı tas aynı hamam. Önümüzdeki birkaç gün komplo teorileri havada uçuşacak, “yangın nasıl çıktı, nasıl yayıldı” diye herkes bir şekilde akıl yürütecek, acılar üzerinden düşmanlıklar devşirilecek. Ta ki kısa süre sonra olay unutulana, acılar küllenene kadar. Sonra? Sonrası aynı. Nasıl olsa kimse olan bitenden ders çıkarmayacak, kimse bu işin gerçek nedeniyle ilgilenmeyecek. Nasıl olsa kimse kusuru kendisinde bulmayacak ta ki hepimiz kendi ellerimizle yarattığımız bu felaketler zincirine kapılıp yok olana kadar. Sonumuzu kendi bencilliğimiz, doyumsuz egolarımız getirecek.
Etrafta samimiyetsizce sorumluluğu asla kendinde görmeden “yangın nasıl çıktı, yerleşim yerleri nasıl sele teslim oldu, toprak nasıl çölleşti, kaynaklar nasıl kurudu” soruları soran tipler dolaşıyor. Daha doğrusu gerçekten bu sorularla ilgilenen de yok ya hadi neyse. Belki de şeytanın avukatlığını yapmanın vakti geldi. Öyle uzun uzun analizlere gerek yok. Hiçbir şey o kadar karmaşık değil, olan bitenin failli, failleri apaçık ortada.
Gerçekten işin içinde sabotaj var mı, rant için doğayı alçakça ateşe verenler olmuş mu bilmiyorum. Ama ne olursa olsun, hangi ihtimal yaşanırsa yaşansın, bu yaşadığımız iklim krizi ve felaketlerini gölgeleyemez. Çünkü dünyada her yer yanıyor, her yeri su basıyor, her yer çölleşiyor. Esas olan doğanın bu isyanıdır. Bunun sorumlusu da bellidir. Evet, bu olan bitenin birinci dereceden sorumlusu bu sistemdir. Sorun siyasal bir sorundur ve çözümü de siyasal olmak zorundadır. Ama bizim hiç mi sorumluluğumuz yok? Mesela Manavgat, Osmaniye, Cudi’deki yangınlarda, bir hafta önce ABD’nin Kaliforniya eyaletindeki yangında hiç mi payımız yok?
Doyumsuz bir şekilde her yeri betona boğan ensesi kalın müteahhit amca, doğayı tanrının bir emaneti olarak gören ama asla tanrının bu emanetine saygı göstermeyen hacı dayı, güzel görüneceğim, temiz kokacağım diye kullanmadığı kimyasal madde bırakmayan ve böylece iklim krizine katkı sunan ‘modern’ insan, tüketen daha çok tüketen, plastikler ve kullan-at ürünlerle yaşamı çöpe dönüştüren beyaz yakalı, gittiği piknik alanını pislik yuvasına dönüştüren yurdum insanı, doğayı talan eden, gölgesinden kâr elde edemediği ağaca düşman olan, güç ve kudretini diktiği saraylar, hanlar ve hamamlarla göstermeye çalışan müsrif siyasetçi ve hiçbir ders çıkarmadan o siyasetçiye her seferinde oy veren sevgili seçmen…
Manavgat’ın cayır cayır yanmasında, hayatın çöle dönmesinde, doğanın bu isyanında senin hiç mi payın yok? Bu sistemin bir parçası olarak bu felaketlere hiç mi katkı sunmuyorsun? Bu durumu yaratan düzenle, sistemle, iktidarlarla ilişkimizi sorgulamadığımız, bu düzenle hesaplaşmadığımız sürece de bu işin sorumlusu olmaya devam edeceğiz. “Yakarsa dünyayı garipler yakar” sözünün aksine bugün dünyayı doyumsuz insanın hırsı yakıyor. O yüzden “yangın nasıl çıktı, sel nasıl oldu” sorusunu soran ya da bunu aklından geçiren hiçbirimiz masum değiliz.