Kenan Kırkaya
Türkiye, AKP’nin devri-iktidarında demokrasi zehirlemesi yaşıyor. Reformlardan bahsedildiği, “İnsan Hakları Eylem Planının” açıklandığı gün bütün bunların olacağını biliyorduk. Reform ve eylem planlarının açıklanan esasında demokratik siyasete yönelik saldırının yol haritasıydı. O yüzden bugün yaşadıklarımızın hiçbiri sürpriz olmadı, hiçbirine şaşırmadık, çünkü tamamı önceden ilan ederek gerçekleştirildi. Bunun için zirve üzerine zirve yapıldı, simülasyonlar tertiplendi, “yeni anayasa, siyasi partiler yasası toplantıları” adıyla “tasfiye” toplantıları gerçekleştirildi ve bu süreç adım adım örüldü.
İnsan haklarını savunduğu için hedef haline getirilen Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun vekilliği düşürüldü, HDP hakkında kapatma davası açıldı. HDP’ye yönelik bu adımları tam da Efrin’e yönelik saldırının yıldönümüne getirmeleri ince mesaj doğrusu. Her gün “kapat, kapat” çağrısı yapanlar, yargıya talimatlar yağdıranlar, fezlekeleri dillerine dolayanlar bir süre sonra kuzu postuna bürünerek, Gergerlioğlu’nun vekilliğinin düşürülmesinin, HDP hakkında kapatma davası açılmasının “yargı kararı” olduğunu 80 milyon yurttaşa yutturmaya çalışacaklar. Üstelik aklımızla alay edeceklerini sanarak, kendilerini gülünç duruma düşürerek… Bunu artık kimse yutmaz. Çünkü kararı verenler, fanatikçe savunanlar bile yapılanların yargısal olmadığını gayet iyi biliyor. Kimin ne söyleyeceği, ne tür açıklamalar yapacağı, bu hukuksuzluğu nasıl aklamaya çalışacağı bir yana herkes biliyor ki süreç başından beri siyasal bir süreçtir ve dahil olanların kimliği ne olursa olsun hangi kurumda bulunursa bulunsun tamamı bu siyasal sürecin parçasıdır. Dolayısıyla, “yargı nasıl bir karar verecek, AYM’den ne karar çıkacak, yasa ne diyor, Anayasaya göre hangi seçenekler var, iddianamede ne var” gibi tartışmalarının tamamı nafile ve yapay tartışmalardır. AYM’nin vereceği karardan öte darbeci kliğin, “kapat, kapat” korusunun bu işi nereye vardırmak istediğidir önemli olan. Çünkü karar mahkemede değil, son iki haftadır iki iktidar ortağının yoğunlaşan zirvelerinde verilecektir ya da verilmiştir. Mesaj net: Halk iradesini tanımıyorum. Sen parti kur, ben kapatırım, sen halk oyuyla seçil ben vekilliğini düşürürüm, sen belediyeleri kazan ben kayyım atarım!
Kapatma davası, fezlekeler, vekillerin Meclis’ten atılması tartışmaları gündeme geldiği günden beri kimi iyi niyetli çevreler az biraz safça bir yaklaşımla bu girişimlerin işe yaramayacağına, sonuç almayacağına devleti ve iktidarı inandırmaya çalışıyor. Bu tespit doğru bir tespit fakat bunu hatırlatmanın, buradan meseleye yaklaşmanın yararı yok. Çünkü zaten iktidar bunların işe yaramayacağını, bu tür girişimlerin geçmişteki örneklerinden de anlaşılacağı üzere Türkiye’ye bir fayda sağlamayacağı; aksine büyük zararlar vereceğini hepimizden iyi biliyor. Zaten dertleri de Türkiye’ye bir iyilik yapmak ya da bu ülke adına bir sonuç elde etmek değil. Bambaşka bir mekanik işliyor şu an ve maalesef bu mekanik Türkiye ile birlikte sahiplerini de öğütmeden durmayacak. O halde iktidar bunların işe yaramayacağını biliyorsa, saldırılardan ne bekliyor, siyaseten bu sürecin sonunda ne elde etmek, hangi amaca ulaşmak istiyor? Kritik mesele budur.
Söz konusu girişimler, planlayanlar açısından katıksız bir kaos planıdır. Bütün işaretler seçimler yaklaştıkça bu tür saldırıların daha da derinleştirileceğini gösteriyor. Hatta bu hamle bir erken veya baskın seçim hazırlığı bile olabilir. Ne yazık ki bu plan başka yol ve yöntemlerle 1 Kasım 2015 seçim sürecini referans alıyor ve bu planını kuranlar, hayata geçirenler daha büyük ve tehlikeli işlere yelteneceklerinin de işaretini veriyor.
Kürt halkının son derece hassas olduğu Öcalan ile ilgili yeniden tehlikeli söylemler ve spekülasyonlar dolaşıma sokuldu. Üstelik iktidar tecridi derinleştirerek bu tür söylemlere zemin hazırlıyor. Bununla hem Kürt halkının nabzını ve duyarlılığı sınıyor hem de mutlak tecritle ve bu tecrit üzerinden zemin sunduğu söylemlerle oynayabileceği tehlikeli oyunun sınırlarını gösteriyor. Bu meselenin şakaya gelmeyeceği ve siyasi gevezeliklere malzeme edilemeyeceği kadar ciddi ve hayati olduğu bilinmesine rağmen.
Dolayısıyla bütün bunlar aynı zamanda iktidar ve ortağı açısından seçim startıdır. Seçim kampanyasına başladıklarının göstergesidir. Bu konuda iktidar, istediğini alır almaz başka bir konu ama kendisi açısından kaosu, gerginliği, kutuplaştırmayı derinleştirmekten başka çıkar yol görmüyor. Bu “ülke kaybetse de ben kazanayım” anlayışının bir sonucudur. “Benden sonrası tufan” zihniyetinin yansımasıdır. Atladığı tek bir şey var; ülke kaybettiğinde kazanan kimse olamaz.