İlham Bakır
Bir bilim insanı, bir sanatçı, bir filozof ya da bir entelektüelin kendi çağında anlaşılamaması, anlatmak istediklerinin toplumda bir karşılık bulmaması herhalde kendileri için en büyük trajedidir. Yaşanan sorunların farkına varmak, bu sorunların aşılması için çözüm yolları aramak ve bazen bu sorunları tespit ettiği ve bu sorunlar için çözüm yolları aradığı, önerdiği için iktidarlarla, menfaati zedelenenlerle bir ciddi savaşa girişmek de bu anlama ve anlatma eyleminin bir parçası olduğu kadar önündeki en büyük engellerden birisidir. Gerçeğe ulaşmak ve bu gerçeği topluma anlatmak istediği için iktidarların hışmına uğramamış bir filozof, bir entelektüel, bir sanatçı yok gibidir neredeyse. Çünkü bir filozofun içini kemiren kurt, anlamada derinleşmek kadar anlatmamada da derinleşmek, anladıklarını topluma ulaştırmaktır da. Bu anlatmak derdi başına belaları aldığı asıl yerdir. Çoğu zaman aslında muhalifi olduğun iktidarların değil kendi safında, kendi yanında olduğunu düşündüğün, beraber mücadele ettiğini sandığın insanların gadrine uğrarsın. En çok onların seni anlamadığını, anlamak istemediğini ya da seni anladıklarında anlatmak istediğin şeyin işlerine gelmediğini, düzenlerini bozduğunu gördüklerinde seni yok saymaya, yok saymak mümkün değilse yok etmeye çalıştıklarını görürsün.
Türkiye’nin siyasi tarihinde, entelektüel dünyasında bu yukarıda bahsedilen muameleye çok ağır bir derecede maruz kalmış ve yok sayılmış bir aydın, bir siyasetçi, bir pratik insanı ve bir entelektüel olarak Hikmet Kıvılcımlı’yı anmak gerekir. Bu hafta 11 Ekim tarihinde İstanbul Topkapı Mezarlığı’nda mezarı başında anıldı Kıvılcımlı sevenlerince, takipçilerince. Bütün ömrünü parçalanmış sol siyasetleri, sosyalistleri tek bir proleter parti etrafında toplanmaya adamış olan Kıvılcımlı’yı anmaya gelen ve kendisini Kıvılcımcı olarak tanımlayanlar maalesef ayrı ayrı dört partide çalışma yürütüyorlar. Kıvılcımlı’yı takip ettiğini söyleyenlerin bile Kıvılcımlı’nın temel mücadele pratiğini anlamamış ve dört parçaya bölünmüş olmaları da Kıvılcımlı’nın anlaşılmamak üzerine bir trajedisi olsa gerek. Kıvılcımlı kendi toplumunu analiz etmek, anlamak ve anladıklarını halkına anlatmak için onlarca kitap yazmış, onlarca konferans vermiş ve bunların bedeli olarak ağır işkenceli sorgulardan geçmiş, yaklaşık 18 yılını hapishanelerde geçirmiştir. Kıvılcımlı hiçbir zaman bundan şikayet etmemiş, bunu mücadele için ödenmesi gereken bir bedel olarak görmüş fakat kendi mücadele arkadaşlarınca anlaşılmamak Kıvılcımlı’nın içinde ağır bir yara olarak hayatının sonuna kadar onunla olmuştur. 1929 yılında Elazığ cezaevinde yatarken Ağrı İsyanı’ndan ötürü aynı cezaevinde tutuklu bulunan Kürt isyancılarla tanışmış, Kürt sorununu bu isyancılar üzerinden tahlil etmiş ve 1930 yılında merkez komite üyesi olduğu TKP’ye Kürt meselesi ile ilgili bir rapor yazmış fakat bu raporu görmezden gelinmiştir. Görmezden gelme, kendi mücadele arkadaşlarınca Kıvılcımlı’ya uygulanan en ağır tecrit biçimidir. Kendisi de bunu şöyle ifade eder: “Bana karşı bir susuş kumkuması uygulanmıştır.” Gerçekten de Kıvılcımlı ile tezleri ve analizleri konusunda tartışmaya girmenin kaybettireceğini gören başta TKP’liler olmak üzere pek çok sol sosyalist çevre Kıvılcımlı’ya karşı bir sessizlik suikastı uygulamışlardır.
Kıvılcımlı’yı parçalı olarak ele alan ve bu yüzden onunla ilgili yanlış sonuçlara varan pek çok değerlendirme aslında bizzat onun tarih tezi tarafından çürütülmüştür. Kıvılcımlı’nın tarih tezini okumadan ve doğru anlamadan diğer konularda söylediklerini parçalı bir yaklaşımla yanlış anlamak çok mümkün. Türkiye sol sosyalist hareketi içinde Kıvılcımlı kadar velud bir teorisyen ve entelektüel yoktur. Hemen hemen toplumu ilgilendiren her konuda yazmış, özellikle dine ve İslamiyet’e bakışı, kadın meselesini ele alışı, Kürt sorununu ele alışı açısından kendi dönemine hatta bugüne oranla son derece özgün ve ileri bir yaklaşımın sahibi olmuştur. Ömrünün son nefesini, müthiş bir yalnızlığa ve tecride mahkum edilmiş olarak vermiştir. Kanser tedavisi için gittiği sosyalist ülkelerden Türkiye Komünist Partisi’nin hakkında verdiği “partiden atılmıştır, emperyalizmin ajanıdır” raporları yüzünden kovulmuş, en son bir hastanede tedavi imkanı bulduğunda ise çok kısa bir süre sonra hayatını kaybetmiştir. Ölümünün 50. yılında saygı ve minnetle anıyorum.