İlham Bakır
16. yüzyıldan itibaren Osmanlı ve Safevi devletleri arasındaki çekişme, Anadolu’daki Alevi-Kızılbaşların inançları gereği Safevi devletinden yana tavır almaları dolayısıyla Osmanlı devleti Kızılbaş terimini “devlet muhalifi ve isyancı zümreler” anlamında kullanmaya başlamıştır. Yoksul göçebe köylülerin oluşturduğu Kızılbaşların, Osmanlı devleti ile sınıfsal çelişkileri itibari ile de başlattıkları isyanlar, yaşadıkları çatışmalar Kızılbaşlığın büsbütün sapıklık, yoldan çıkmışlık olarak adlandırılması ve tarif edilmesini beraberinde getirmiştir.
Alevilik ve Kızılbaşlık ile ilgili Türki-İslami literatürde üretilen yüzlerce düşmanlaştırıcı, aşağılayıcı, söylem, hurafe bulmak mümkündür. Bu durum cumhuriyetin kurulmasından sonra da aslında çok fazla değişmemiştir. Sünni-Türk bir karakterde inşa edilen yeni cumhuriyet de bütün laik söylemine ve politikalarına rağmen Osmanlı’dan getirdiği refleksle Kızılbaşlığı isyan potansiyeli olan bir tehlike olarak görmüştür.
Dersim katliamının ana motivasyonlarından biri de “din, Allah bilmez vahşi Kızılbaşların” yola getirilmesidir. Sivas, Çorum, Maraş Alevi katliamları da motivasyonlarını aynı kaynaktan alır. Kızılbaş kelimesinin Kemalistler kadar, Kemalizmin etkisindeki sol aydınlar nezdinde de aslında bilinçaltında Sünni-Türk refleksiyle yer bulduğunu görmek mümkündür.
1982 yılında Türkçesi Can Yayınları tarafından basılan Vladimir Nabokov’un ‘Lolita’ romanında Almanca “inzest” (ensest) kelimesinin “Kızılbaş” olarak çevrildiğinin sosyal medyada paylaşılması üzerine bu konuda yeniden bir tartışma alevlendi. Sol tandanslı bir yayınevi olan Can Yayınları’nın sahibi Can Öz, bu çevirinin ikinci baskısının yapılmadığını, kitabın editörü babası Erdal Öz’ün Alevi kültürüne düşkün olduğunu ve bu yanlışı bilerek yapmış olmayacağı yönünde bir savunma yaptı.
Romanı Almanca’dan çeviren Fatih Özgüven de bir özür yazısı yazdı. Durumun bilgisizliğinden, cahilliğinden kaynaklandığını ve yapılan uyarılardan sonra bu hatasını kırk yıl önce düzelttiğini ve bu hatasından dolayı hala utanç duyduğunu dile getirdi.
Kızılbaşlığın “ensest” sözcüğünün karşılığı olarak Türkçede kullanılması gerçekten de Fatih Özgüven ve Can Öz’ün ifade ettiği gibi bir dikkatsizliğin, bir cahilliğin sonucu mudur yoksa bilinçaltındaki, bilinçteki Devlet-Türk-İslam tandanslı bir tezahür müdür?
Aynı cahilliği yahut dikkatsizliği bir diğer sol tandanslı yayınevi olan Varlık Yayınları da yapıyor mesela. Bu yayınevi tarafından 1966’da basılan Bertrand Russell’in “Neden Hıristiyan Değilim” kitabında da “ensest” kelimesi “Kızılbaş” olarak çevrilmiştir.
Bu o kadar bilerek yapılan bir çeviridir ki aynı yayınevi 1996’da kitabı yeniden basarken “Kızılbaş” yerine bu defa “Alevi” sözcüğünü kullanır. Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının önemli yazarlarından Hüseyin Rahmi, Reşat Nuri, Yakup Kadri, Halit Ziya gibi pek çok yazarın kitaplarında, önemli büyük ansiklopedilerde ve Almanca, Fransızca, İngilizce-Türkçe sözlüklerde Kızılbaşlık “yakın akraba ile zina, düşük ahlaklılık” gibi tanımlarla ifade edilmiştir.
Görüleceği üzere bu bir bilgisizlik ya da dikkatsizlik değil bizatihi bir tercihtir. Bir yayınevi sahibinin, bir editörün, bir çevirmenin yahut bir yazarın bu ülkede Kızılbaşlığın ne anlama geldiğini, nasıl bir inanç ve kültür olduğunu bilmemesi, Kızılbaşların yüzyıllardır devlet ve iktidarla yaşadığı mücadeleyi, maruz kaldığı baskıları ve zulmü bilmiyor olması, bu tarihten habersiz olması düşünülebilir mi?
Hakim İslami referansları kullanan ve halkların beynini Alevi inancına sahip insanlara karşı zehirleyen İslami, sağ tandanslı gazeteleri, yazarları, din adamlarını geçtik, ne yazık ki hakim devlet-iktidar anlayışından özgürleşememiş sol entelektüel çevreler, yazarlar, yayınevleri de meseleye temelde çok farklı yaklaşmamışlardır.
Şu anda olan şey Alevi-Kızılbaş inancındaki insanların verdikleri mücadele sonucu oluşturdukları duyarlılığın bu çevrelere nedamet getirtmesi, özür dilettirmesinden ibarettir. Yani aslında değişen şey bu çevrelerdeki zihniyet değil, aşağıladıkları insanların artan mücadele ve direniş bilincidir. Zaten değişim de hakim sınıfın himmetiyle değil, ezilenin mücadelesiyle gerçekleşir.