İlham Bakır
Can Candan’ı Amed’de Aram Tigran Konservatuarı’nda, sinema öğrencilerimize belgesel sinema atölyesinde ders vermesi için davet ettiğimiz dönemlerde tanımıştım. Sanırım 2013 yılı olmalı. Birkaç yıl üst üste davet etmiştik Amed’e. Biz sinema eğitmenleri de dahil olmak üzere öğrencilerimiz bu derslerden çok istifade etmişlerdi doğrusu. Can hocanın (ki adı gibi hakikaten candır) belgesel sinema alanında, belgesel sinemanın teorik sorunları, belgesel sinemada hikâye gelişimi, bir belgesel film fikrinin bir sinema filmine dönüşmesindeki aşamaların güçlü örülmesi ile ilgili verdiği dersler, hem kişisel olarak benim hem de Amed’deki pek çok belgesel sinemacının ufkunu açmıştır.
Can Candan, alanına hâkim bir bilim insanı; tabulara dokunmaktan korkmayan, ötekilerin var oluş mücadelelerini belgesel sinema estetiği ile çok güçlü bir şekilde buluşturmayı başarabilen bir film insanı; dürüst, ilkeli, tutarlı bir mücadele insanıdır.
Boğaziçi Üniversitesi, Can gibi bir akademisyenle çalışma şansına sahip bir üniversite idi. İdi diyorum çünkü önceki gün Profesör Melih Bulu’nun görevden alınmasının ardından vekaleten Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü’ne atanan Profesör Mehmet Naci İnci, 2007 yılından bu yana üniversitede aralarında “Türkiye’de belgesel sinema” dersi olmak üzere birçok kültür ve sanat dersi veren Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü öğretim görevlisi Dr. Can Candan’ın görevine son verdi. Ve elbette ucundan kıyısından uydurulmuş gerekçelere sığınarak verilen bir karar neticesinde.
Can Candan, akademideki var oluşunu aynı zamanda sokakta mücadele içinde var oluşuyla da büyütüp geliştiren bir akademisyen, bir sinemacıdır. Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyım rektör atanmasına karşı Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin ve akademisyenlerinin verdiği özgür özerk üniversite mücadelesinde bir yandan bir direnişçi olarak yer alırken bir yandan da bu mücadeleyi kamerasıyla kayıt altına almakta, belgelemekteydi.
Bu kayıtların, bu belgelerin, bu mücadelenin bir belgesel film olarak karşımıza çıkacağı ve akademik mücadele tarihine bir önemli bir not düşeceği kesin. İşte Can hocanın hedef olmasının en önemli nedeni de burası zaten. Onun sadece akademisyen olarak fikirlerinden korkmuyorlar, bir eylem insanı olarak mücadelesinden ve bir sinemacı olarak kamerasının ezilenlerden yana tavır almasından korkuyorlar asıl.
Elbette Can hocanın muktedirler tarafından ilk hedef alınışı değil bu. Yönetmenliğini yaptığı Türkiye’deki LİSTAG eşcinsel dayanışma örgütünün 5 ailesinin katılımıyla hayata geçirdiği lezbiyen, gey, biseksüel ve transgender çocuklara anne ile babalarının gözünden bakılmasının, çocuklarına sahip çıkılmasının hikâyesini ailelerinin dilinden anlattığı “Benim Çocuğum” filmi de iktidar ve başta basın olmak üzere iktidar etrafında kümelenen pek çok çevrenin ciddi tepkisini çekmişti. Amed’de Filmamed Belgesel Film Festivali’nde gösterildiğinde çok yoğun bir ilgi ile karşılanan ve jüri özel ödülü alan film iktidar cenahından bir süfli gazete tarafından hedef gösterilmişti.
O festivalde asla unutmadığım ve bu ülkede bütün ezilenlerin, bütün ötekilerin birleşik mücadelesinden başka bir yol olmadığını bana gösteren bir kare vardır: Çocuklarını savaşta kaybetmiş, savaşlar son bulsun, barış hakim olsun diyen “Barış Anneleri” ile “LİSTAG” annelerinin kucaklaşması. Böylesi bir tablonun ressamı olan bir akademisyenin üniversite kayyımlarının neden hedefi olduğunu anlamak güç değil.