İlham Bakır
Bir masanın üzerinde bir leğenin içine konmuş dilimlenmiş ekmekler. Leğenin bir ucunun bir naylon poşetin içinde oluşundan ekmeğin bir önceki günden kaldığı ve kurumasın diye poşete konduğu anlaşılıyor. Bir tabağın içinde doğranmış bir domates ve üç beş tane siyah zeytin var. Tabağın yanında serili bir parça peçetenin üzerinde bir pet bardak duruyor. Yanında bir çay kaşığı. Bardakta çay olup olmadığı anlaşılmıyor. Belli ki çaydan birkaç yudum eksilmiş. Masada hiç ekmek kırıntısı olmamasından henüz kahvaltıdan yenmediğini gösteriyor. Masada çatal da yok. Belki de bir lokma ağza atılmış, üzerine bir iki yudum çay içilmiş. Tam o esnada kapı çalmış, ağzında bir lokma kahvaltı, elde unutulan çatalla çalan kapı açılmaya gidilmiş. Bir yoldaşının geldiğini düşünmüş olmalı. Bir domates, üç beş zeytin, dünden kalmış birkaç parça bayat ekmekten müteşekkil kahvaltısını paylaşacağı bir yoldaşı. Ve elbette yüreği kadar sıcak bir bardak çay da verebilecek yoldaşına. Gelen arkadaşının elinde belki de birkaç sıcak gevrek ve poğaça da vardır diye geçirmiştir belki de aklından. Öyle ya kimin cebinde ne varsa onunla bir şeyler alınıp gelinen bir geleneğin sofrasıdır onun oturduğu sofra. Bazen de cebinde bir şey yoktur sofraya bir şey eklemesini sağlayacak. Ama gelen de bilir ki geldiği yerde mutlaka bir sofra kuruludur ve hiçbir şey yoksa illa ki bir bardak sıcak çayı vardır bu sofranın.
Kafasından bunlardan birkaçı ya da biri geçerken yüzünden hiç eksiltmediği o yüzünü dopdolu kaplayan gülümsemesi ile açar kapıyı Deniz. Deniz’e sıktığı kurşunların dört tanesini Deniz’in ayaklarına sıkmış önce. DAİŞ zihniyeti; öldürmeden önce kurbanına olabildiğince acı çektirmek, dehşeti yaşatmak. Kafasına sıkmış sonra. Deniz’in kafasına. İçinde hiçbir kötülük barındırmayan, dünyanın çok güzel bir yer kılınacağına dair devrim düşleri, kocaman hayalleri, bir yoldaşının sıcak poğaça getirmiş olabileceğini uman küçük beklentisinin bir arada dans ettiği kafasına sıkmış Deniz’in. Deniz’in yüzünde, kötülüğün böylesini anlayamayan kocaman bir şaşkınlık, karşısındakinin yüzünde hiç tanımadığı yirmilerinde bir genç kadını hunharca öldürmenin şehveti. Denizin yüzünde halkın sofrasından henüz kalkmış olmanın masumiyeti, ötekinin yüzünde bir ucu bin bir odalı sarayların kirli ilişkiler yumağından, yağma, talan, zulüm ve katliamdan sağılmış sofrasından kalkmış olmanın doymak bilmeyen, kan ve irin kokan şehvetli iştahı.
Eğer bu ülkede eşitlikten, eşit birliktelikten, demokrasiden ve aydınlık bir gelecekten bahsedilecekse, bunun yolu Deniz’in Sofrası’na oturmaktan geçiyor. O sofraya herkes iyi bakmalı. O sofrada Kürt halkının büyük acılardan geçmiş, büyük bedeller ödenen ve ödenmeye devam edilen mücadelesi, ödenen onca bedele rağmen eşit bir birliktelikten vazgeçmeyen iradesi var. O sofrada milyonlarca yoksulun, emekçinin, talan ve soygun düzenine isyanı var. O sofrada demokratik, eşitlikçi, barışçıl bir dünya kurmanın kocaman düşü ve arzusu var. Üçüncü bir sofra yok. Ya Denizlerin kurduğu ezilenlerin ve direnenlerin yoksul ve mütevazi sofrası ya haramilerin şaşalı kirli saltanat sofrası.