İlham Bakır
Dil ile bilinç arasında şüphesiz ki çok doğrudan bir ilişki söz konusudur. Kullandığımız sözcükler, cümleler, kavramlar hayata nasıl baktığımız, nasıl yaşadığımız, hayatı nasıl algıladığımızı gösterdiği kadar, neyi ne kadar bildiğimizi de gösterir elbette. Bir sözcük, bir kavram, bir cümle zihnimizde, duygu dünyamızda, bilincimizde yer edininceye, bir anlamlar bütünü kazanıncaya kadar çokça zamanda çokça deneyimle yol alır. Duyulan sözcükler bir anlama tekabül ettiği için değil içgüdüsel olarak bir tekrarı, bir oyun olarak taklidi içeren bir sistematikle kendini gösterir.
Bebeklikte ve çocukluğun ilk yıllarında ihtiyaçlar, istekler beden dili kullanılarak dile getirilir. Ağlamak bebeklerin yaşadıkları rahatsızlığı dile getirmek için en çok başvurdukları yöntemdir. Duyduğu sesleri bir anlama dönüştürebilme, taklit edebilme kapasitesi geliştikçe dil ile kurduğu ilişki güçlenmeye ve yaşamı dil üzerinden kurabilme becerisine ulaşmaya başladığı görülür. Basit temel ihtiyaç ve isteklerini sözcükleri kullanarak, sözcükleri cümle dediğimiz karmaşık ve bütünlüklü anlam kurma sistematiği olan cümle ile ifade etmeye başlar. Fakat basit temel ihtiyaçları karşılayan sözcük ve cümleler dışındaki dil kullanımı çocukta çok uzun süre bir anlam karşılığı olmayan ya da güçlü bir anlam karşılığı olmayan bir taklit olarak kendini devam ettirir. Sözcüğü duyar, öğrenir ve hatta kullanır ama sözcüğün anlamını yaşamına içselleştirecek kadar henüz derinliğine kavrayamamıştır. Sözcüğün bu derinliğe ulaşabilmesi için çok çeşitli bilgilerle buluşması, çeşitli yaşam deneyimlerinden geçilmesi gerekir. Dolayısıyla yaş ne kadar ilerlemiş olursa olsun bilgi eksikliği ve yaşam deneyimlerinin zengin olmayışı dilin kullanılmasındaki sığlığın devam etmesine, sözcüklerin, kavramların, cümlelerin kullanımının anlama kavuşmamış ezberler olarak tekrarının devam etmesine yol açar. Çünkü bilgi ve deneyim henüz çocukluk dönemine denk düşecek bir kapasitedir. Bilmek, anlama vakıf olmak büyük bir çaba ve emek gerektirmektedir. Günlük yaşamda, siyasette, televizyonlarda, sosyal medyada çevremiz bu emek ve çabayı göstermeden her türlü sözcük ve kavramı başımızdan aşağıya boca edenlerle dolu. Kalıp ifadeler, klişe sözler ve sloganlarla kurulan yaşam ilişkilerinde anlam gün gittikçe derinliğini yitiriyor.
Oysa dil ve bilinç arasındaki ilişkinin kopukluğu iktidarların kurdukları toplumsal mühendisliğin programlanmış bir sonucudur. Bu yüzden de dili zenginleştirmeye dair verilen mücadele bilinci güçlendirmeye dair mücadeledir ve dili zenginleştirme mücadelesi son derece devrimci bir mücadeledir. Ancak ne yazık en radikal sol yapı ve kişilerden en liberal muhalif yapılar yahut kişilere kadar iktidarcı anlayış ile bağlar o kadar koparılamıyor ki tıpkı iktidarın diline benzeyen derinliğini kaybetmiş, anlamı aşınmış, çoğu zaman cinsiyetçi, kimi zaman ırkçı, milliyetçi bir dil, sözcük, kavram kullanımı söz konusu. Devrimci, sol, sosyalist, feminist, demokratik olmayan yapıların bu tür bir dili sürekli yeniden üretmeleri anlaşılabilir bir şeydir. Zira yaşam tasavvurları zaten yeniye kapalıdır.
Fakat yeni bir dünya tasavvuru olanların da kalıplaşmış, eskimiş dili inatla ve ısrarla kullanmaları beraberinde öğrenmeye, bilgi birikimini çoğaltmaya, deneyim arttırmaya, anlam ve hakikat arayışçılığına tüm kapıları kapatmaktadır. Örgütlü yapının kendine mahsus kullandığı kavram ve sloganları kullanmak, meseleleri bu kavram ve sloganlara referans vererek açıklamak yeterli gelmektedir. Bu kavramlar oluşturuluncaya, anlam derinliği kazandırılıncaya kadar harcanan entellektüel emekle hiçbir ilişki kurmadan, kullanılan sloganların oluşmasını sağlayan pratik süreci bilip algılamadan bu kavram ve sloganları, anlatımına esas kılıp konuşmak çocukluk dönemindeki taklitten öteye hiçbir değer ifade etmez.