Korku güçlü bir duygudur insanlarda. Baskıcı-otoriter rejimler bundan hareketle toplumu zapturapt altına alma ve yine bu yolla muhaliflerini susturmaya ve sindirmeye çalışırlar.
Korku güçlü bir duygudur insanlarda. Baskıcı-otoriter rejimler bundan hareketle toplumu zapturapt altına alma ve yine bu yolla muhaliflerini susturmaya ve sindirmeye çalışırlar.
Korkunun en çok kendini hissettirdiği bir alan da medyadır. Bu sayede gerçekler saklanır ya da çarpıtılarak ters-yüz edilerek verilir. Öyle ki bazen hiçbir dayatmaya gerek kalmaksızın kişi kendi çalışmalarını sınırlandırıp otosansür uygular.
Belli dönemlerde kullanılan bu yöntemlerin tarihi eskilere dayanır.
Konuyla ilgili son derece çarpıcı bir film olan ‘İyi Geceler İyi Şanslar’ adlı filmi izleyenler bilir. Yönetmen George Clooney bu filmiyle 1950’de yaşanan ABD tarihinin en utanılan dönemlerinden McCarthy dönemine ışık tutarak hem siyasete, hem topluma hem de babasından dolayı çok saygı duyduğu bir meslek olan haberciliğe güncel eleştiriler yöneltiyor.
Bu film, o dönemi anlatan belgeselvari havasıyla günümüze dair gerçekler konusunda da bir ayna işlevi görüyor.
*
Bilindiği üzre siyaset bilimciler korku siyasetine ve bu siyasetin şekillenmesi ve yaygınlık kazanmasına örnek olarak çoğunlukla McCarthy dönemi Amerikasını gösterirler.
1947-1957 yıllarında Cumhuriyetçi Parti senatörü olan Joseph McCarthy, rakiplerini ve muhalifleri (o zamanlar komünistler) casusluk, hainlik gibi düzmece suçlamalarla hapsettiren, işinden eden ve itibarsızlaştıran “kızıl korku” akımının baş kişisidir.
McCarthy, saldırganlıkta, şarlatanlıkta öylesine azıttı ki, Mc Carthy’cilik diye anılan bir iftira mesleğinin doğmasına yol açtı.
Bu dönem siyaset ve bürokrasi alanında yalanlarla, sahte belgelerle aydınları, bilim insanlarını ve sanatçıları farklı düşündükleri için itibarsızlaştırıp işlerinden kovulmasına, tutuklanıp cezalandırmasına varan bir cadı avı dönemidir.
Bu dönemin kara listesinde Arthur Miller, Langston Hughes, Paul Robeson, Charlie Chaplin, Elia Kazan, Lili Helmann, Bertolt Brecht gibi birçok yazar ve sanatçı da yer almıştır.
Bu cadı avı döneminde Bertolt Brecht komisyona ifade vermeyi reddetmiş ve ülkeyi terk etmiş, Charlie Chaplin, komünist olmadığı halde komisyonda bunu söylemeyi gururuna yediremeyecek ve “Komünist olmak en doğal hakkımdır” diyecekti. Sonra da ABD’yi terk ederek İsviçre’ye yerleşecekti.
Bazıları ise bu cadı avı döneminde arkadaşlarının adını komisyona vererek kendilerini kurtarmaya çalıştılar. Bunlar içinde en ünlüsü hiç kuşkusuz yönetmen Elia Kazan idi. Elia Kazan, baskılara dayanamayınca sekiz arkadaşının adını komisyona verecek, yıllar boyunca bunun etkisinden kurtulamayacaktı. Kazan, 1999 yılında Oscar ödülünü kazandığında da geçmişi peşini bırakmamış; Nick Nolte, Ed Haris, Tim Robins, Susan Sarandon, Jesica Lange gibi birçok ünlü oyuncu ve yönetmen durumu protesto ederek ödül töreni sırasında salonu terk etmişti. Elia Kazan ödülünü alırken ağzından bir tek söz dökülmüştü: “Utanıyorum.”
*
Küba’lı şair Nicolas Guillen, McCarthy’in ölümünün ardından onu hicveden bir şiir kaleme alır: “Burada yatıyor Senatör McCarthy//burada yatıyor Senatör McGangster/dört kurşun dikizliyor onu;/burada yatıyor Senatör McKurşun/haykırışlardan yatağı üzerinde, ölü,/Burada yatıyor Senatör McBomba/hakaretlerden yatağı üzerinde, ölü,/bombalardan yatağı üzerinde, ölü,/burada yatıyor Senatör McYılan/dört baykuş dikizlemekte onu/Burada yatıyor Senatör McCarthy,/McCarthy’nin ölüsü,/ölü McCarthy,/ölü ve dahi ölü,/Amen” (Çeviri: Ali Cengizkan)
Bu dönemin en can yakan olaylarından biri de Rosengberler ailesinin yaşadığı trajedidir. Onu da başka bir yazıda konuşalım isterim.