Farklı düşünebilmek, önyargılardan ve şablonlardan kurtulabilmeyle eşanlamlıdır. Böyle bir duruşta çıkar veya korkulara bağlı olarak olan-biteni çarpıtmamak vazgeçilmez koşuldur.
İster siyasette ister sosyal yaşamda olsun, hayatın her alanında, yani günlük yaşam diyalektiğinde kendimize nasıl bir duruş seçmişsek hareketimiz, davranışlarımız ve üretimimiz de ona göre şekillenir.
Sistem tek tip insanlar yetiştirir. Herkesin aynı sıradanlıkta olmasını hedefler. Farklı düşünen insan makbul değildir sistem için.
Dikkat ettiniz mi hiç? Söylemler aynı, replikler ve tepkiler aynı… Aynı paradigmanın ezberleriyle yorumlanıyor her şey, aynı at gözlükleriyle bakılıyor olan bitene, aynı volümden ve aynı perdeden konuşuluyor.
Hayatı zorlaştıran bizi kendi benliğimizden ve değerlerimizden uzaklaştıran önemli sorunlardan biri de toplum empozelerinden sıyrılamayarak geliştirmeye fırsat bulamadığımız, kendi olabilmemiz, öz benliğimizdir. M. Foucault’un da söylediği gibi “Yaşama sanatı, kendine bağımlı olma sanatıdır.”
Elbette sistem kendi olabilmenin önüne türlü engeller, tuzaklar koymaya çalışır. “En iyisini ben bilirim, ben senin yerine düşünür ve yaparım” anlayışını uygulamak için elindeki tüm olanakları ve aygıtları kullanacaktır. Aslolan bunun farkında olmak ve zihinselimizde bu oyunları bozmaktır.
Farklı düşünebilmek, önyargılardan ve şablonlardan kurtulabilmeyle eşanlamlıdır. Böyle bir duruşta çıkar veya korkulara bağlı olarak olan-biteni çarpıtmamak vazgeçilmez koşuldur. Bu ancak zihin haritasının koordinatlarını değiştirmekle mümkündür.
“Biz kendimize bile dürüst değilken başkasına nasıl sağlıklı bir ayna görevi olabiliriz? Aynı şekilde, karşımızdaki aynalardan kaçı kendine dürüst davranıp bize sağlıklı bir fotoğraf sunuyor” diyor Gassan Satar. Niyet önemli. Niyetin önüne “iyi” sıfatını ekleyip eklemediğimizdir belirleyici olan.
Olay ve olgulara bize sunulanın ötesinde, araştırarak sorgulayarak eleştirel bir yaklaşımla baktığımızda zihin haritalarımız da buna göre şekillenecek ve bize sorun çözme ve karar alma süreçlerimizde yardımcı olacaktır.
*
Bilimsellik, doğruları çekinmeden söylemeyi gerektirir. Temel koşul, kalıplar içinde sıkışıp kalmamaktır; yani dogmatik bir tavır içinde olmamaktır. Dogmatik tavır, kişinin kendi doğruları dışına çıkamaması, tartışmanın bilimsellikten uzaklaşması ve kahve sohbetine dönmesi demektir. Eğer kişi, bir gerçeklik karşısında kendi görüşlerini, tercihlerini, kabullerini değiştirmeye hazır değilse, orada bilimsellikten söz edilemez.
Önyargılarımızı sorgulamaktan kaçınmak, kendimizden kaçmak anlamına gelir… Uzun süren ve pahalıya mal olan bir önyargıyı yıllar sonra reddetmek elbet kolay değildir. Ama asıl anlaşılmaz olanı, yargımızı çürüten ve bizi onu değiştirmeye zorlayan daha sonraki tecrübelere rağmen o yargıda ısrarlı olmamız, gerçeği görmek ve kabul etmek istemeyişimizdir. Bu kabul ve isteği gerçekleştiremediğimiz sürece bireysel ya da toplumsal dünyamızda hayatı güzelleştiremeyeceğiz.
Buradan yola çıkarak çözemediğimiz sorunlar için, paradigma değiştirmenin gereğini vurgulayan Einstein; “Karşılaştığınız sorunları, o sorunları yarattığınız düşünce düzleminde kalarak çözemezsiniz” der.
*
Zihin haritamızdaki olumsuz imajları olumluya, kökleşmiş saplantıları anlayışa, düşmanlıkları dostluğa çevirecek bir akla ihtiyaç var.
Düşünmek insana verilmiş bir nimettir ve vicdanımız öfke ve hırçınlığa dönüşmüş çorak yürekler için yegane eczadır.