Toplumsal ayrımcılık ve ırkçı söylem, nefretin ve şiddetin yaygınlaştırılmasında her zaman başvurulan bir araç oldu bu ülkede ama denilebilir ki hiçbir dönemde bu kadar ivme kazanmadı.
Ötekileştirme ve ayrıştırma sorunu bugün artık her zamandakinden daha güçlü bir şekliyle siyasetin en başından başlayarak uygulanan ve tavandan tabana yayılan bir politika haline gelmiş durumda. Bu alandaki yaftalamalar öyle etkin bir hal aldı ki, ‘ya bendensin ya da düşmansın’ noktasında nefret ve kine bulanarak kendinden olmayanı, farklı düşüneni ‘hain’ görme ve gösterme noktasına kadar gelindi. Bu tehdidin okları artık toplumun her kesiminden insanı hedef almış durumda. Bu yapı, bunun toplumda kabul görmesi için de her türden demagoji ve hamaseti mubah sayıyor.
Türkiye’de siyaset, hamaset konusunda oldukça ustalaşmıştır. İşin acı tarafı hamasetin siyaset üzerinden işe yaradığı tecrübeyle sabittir bu ülkede. Haber takibi yapmayan, masa başında dikte ile haber yazan bir basının empoze ve manipülasyonuna kanan bir halk gerçekliği buna yeterli bir ortam hazırladı her zaman. Hamaset, bir tür rant kapısı, Türkiye siyasetinin milli yakıtı sanki. İçi boş kahramanlık edalarıyla, vatan millet Sakarya edebiyatıyla tam gaz ileri… Laf kalabalığı demagojiyi de yedeğine alıp mesnetsiz iddialarla ve algı yaratma üzerinden suçlamalarla halkın ön yargılarına ve korkularına dayalı olarak yürütülen bir siyaset bu. Yetmedi, buna duyguyu yok edip insaf ve vicdanın devreden çıktığı Makyavelist tavrı da eklemek gerek.
***
Bu sayede kaçınılmaz olarak bir algı yönetimi uygulanır. Halkın düşünce olarak olgunlaşmamış ve henüz bir davranış kalıbına girmemiş ön kabullerini yönetmeyi, nüfuz etmeyi, değiştirmeyi ve biçimlendirmeyi esas alan bu yönetim tarzı toplum nezdinde her zaman kabul gördü ne yazık ki. Türkiye’de demokrasiye, toplumsal ve bireysel özgürlüklere karşı yıllardır devam ettirilen psikolojik savaş, bu algı mühendisliğin vazgeçilmez bir parçası olmuştur. Toplumun, sade vatandaşın kimi konulardaki görüşlerini, sendrom ve fobilerini de tüm bu mühendislikler oluşturmuştur.
Yıllardır yalan yanlış bilgilerle sürekli bölünmekten korkan bir devlet mantığıyla Cumhuriyet’ten bu yana birileri ülkeyi bölüp parçalamak istiyor algısı oluşturuldu. Türk halkının bilinçaltına bu korku zerk edildi. Böylelikle kimileri kendisini bu ülkenin tek sahibi görüp ‘öteki’ni dışlayıp düşman belledi.
Kendisine sunulanı irdelemekten, sorgulamaktan yoksun bireylerden oluşan toplumların varacağı bir menzil yoktur. Bu tür bir yapı hem tek tek bireylerin (aslında birey olmamış, özne olmamış demek gerekir) ve toplumların tarihi felaketlerle doludur.
***
Türkiye’de baskıcı yapının algısı ve zihniyeti bu alanda da baskıcı ve yasakçıdır. Buna karşı gerçekleşen her şeyi tehdit olarak algılar. Kendi çıkarlarına ters gelebilecek her görüşe her bakışa yasak uygular.
Gerçeklerin duyulmasını, görülmesini ve seslendirilmesini istemiyorlar. “Suç” ve “suçlu” tanımı skalası alabildiğince genişletiliyor. Adına kuşatma, baskı, korkutma, sindirme… Ne dersek diyelim hedef ilk elde tüm muhalif dinamikleri ve toplumu korku cenderesi içine hapsetmek.
Adalet, barış, demokrasi sözcüklerinden korkanlar, bunu kullananları ‘hain’likle suçluyor. Hak aramak bile suç sayılıyor artık.
Kirlenmenin ve insani tükenişin her yanımızı çepeçevre kuşattığı bu ortamda nitelikli ve insanca kalabilmenin asıl yolu insanca bir duruş göstermek, olan biteni aklın süzgecinden geçirmek ve devam etmek adına direnmek olmalıdır.