“Aklıma geldikçe okulda öğretmedikleri şeylerin listesini yapıyorum. Okulda bir insanı nasıl seveceğinizi öğretmezler. Artık sevmediğiniz birini nasıl terk edeceğinizi, başkalarının zihninden geçenleri okumayı, ölmekte olan birine tam olarak ne söylemek gerektiğini de öğretmezler. Aslında bilmek gereken hiçbir şeyi öğretmezler.” Neil Gaiman
Başta söylemekte yarar var: Türkiye eğitim sistemi; ezberci, sorgulamayan, itaatkar, ırkçı, ayırımcı ve cinsiyetçi kuşaklar yetiştiren bir yapıdadır. Bu cümle ağır gelebilir ama ne söylediğimin farkındayım.
Hele de ülkenin şu an geldiği mecrada eğitimde “yerli, milli ve dini ruh” adı altında ilkokuldan hatta okul öncesinden başlayarak verilecek eğitimin çocukta itaat odaklı, öğrendiğini sorgulamaktan çekinen, korkular içinde bocalayan, giderek patalojik olarak kaygı bozukluğuna yol açabileceğini, dahası tüm insani ve toplumsal değerler açısından kafasında karmaşa oluşturacağını belirtiyor konunun uzmanları.
Dünyada başarılı olmuş eğitimin temelinde sadece öğrenci, aile ya da öğretmen değil, sistemin kendi kültürü belirleyicidir. Sistemin bugün öğrenciden beklediği en temel özellik dünyaya milliyetçi, ırkçı bir gözlükle bakmasıdır. Okul öğrenciyi bu doğrultuda “talim ve terbiye” etmektedir. Oysa bütün öğretim düzeylerinde amaç öğrenciye temel insan haklarının öneminin, bunun tüm insanlık için elzem oluşunun bilgi ve bilincini vermek, her türden ayrımcılığa karşı demokratik bir çoğulluk içinde birlikte yaşamayı öğretmek olmalıdır.
Genç dimağların belli yönde doktrinleştirilmemesi yansız bir eğitimle, müfredatta yer alan, ırkçı, ayrımcı, ötekileştirici bilgi ve ifadelerden arındırılmasıyla olanaklıdır.
Eğitim sadece bu yönüyle değil, daha birçok alanda temelden aksayan ve yaşamdan kopuk bir sorun. Şimdi şöyle bir görüş belirtip: “Ne yazık ki Türkiye’de okul öğrenciyi hayata değil, sadece üniversiteye hazırlıyor. Aslında bunu da yeterince beceremediği için bu boşluğu da dershaneler doldurmaya çalışıyor.” Dersek yanlış mı söylemiş oluruz. Yanlış değilse şayet buna ilişkin bir cümle daha ekleyelim hadi: “Hayat gerçekleriyle okul arasındaki bu uçurum kapatılmadıkça, okullar asla çocukları gerçek hayata hazırlayamayacaktır.”
Hölderlin’e, “Keşke okullarınıza hiç ayak basmamış olsaydım” sözünü dedirten de bu durumlar olsa gerek.
Doğaldır ki en başta öğrenciden önce sistemin değişmesi ve bizzat eğitimcilerin eğitilmesi gerekecektir.
Öğrenmek, bilgi edinmek kolaydır. Önemli olan o bilgiyi yorumlayabilme ve eleştirel olabilmektir.
İnsana dair değerler okul ve ailede verilmeyince iş başa düşmekte, herkesin bunları kendi çabasıyla öğrenmesi gerçeği ortaya çıkmaktadır. Kişiye düşen kendi kendine vereceği eğitim ve Turgut Uyar’ın o güzelim ‘Sonsuz ve Öbürü’ şiirinde belirttiği gibi bunu bilince çıkarmak olmalıdır:
“En değerli vakitlerinizi bana ayırdınız / sağolunuz efendim / gökyüzünün sonsuz olduğunu bana öğrettiniz / öğrendim / yeryüzünün sonsuz olduğunu öğrettiniz/öğrendim / hayatın sonsuz olduğunu öğrettiniz / öğrendim / zamanın boyutlarının sonsuzluğunu / ve havanın bazen kuşa döndüğünü öğrettiniz / öğrendim efendim / ama sonsuz olmayan şeyleri öğretmediniz efendim / baskının zulmün kıyımın açlığın / bir yerlere kıstırılıp kalmanın susturulmanın / aşk mutluluğunun ve eski hesapların / aritmetiğin bile / bunları bulmayı bana bıraktınız / size teşekkür ederim.”