Türkiye açık denizlerde seyreden, şiddetli dalgalar içinde bütün yönlere doğru sert inişler çıkışlar yapan ve alaboraya uğrama tehlikesi ile karşı karşıya gelen bir gemiye giderek daha fazla benzemeye başladı. Hemen her gün, hatta her saat krizlerin yaşandığı bir zaman dilimine girdi. Bu krizler öyle sıradan krizler de değildir. Son 5-10 içinde yaşananlar alt alta konulduğunda sorular kafalarda uçuşuyor.
Gergerlioğlu’nun vekilliğinin düşürülmesiyle yaka paça Meclis’ten çıkarılıp uyduruk gerekçe ile gözaltına alındı, ardı sıra yine benzer şekilde evinden alınıp önce hastaneye ve ardından hapishaneye konuldu. Eş zamanlı HDP’nin kapatılma sürecinin başlatılması, Montrö Boğazlar sözleşmesinden çekilip çekilmeme tartışmalarının harareti, yine bu bağlamları içinde Lozan’dan çıkılır mı tartışmaları gibi. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmak ve nihayet 104 emekli amiral bildirisi ve başlayan darbe tartışmaları.
Bahçeli’nin “hiçbir şey Gara öncesi gibi olmayacaktır” söylemi, fay hatlarını şiddetli ivmeledi. Gare öncesi de iktidar fayları hareketliydi. Ancak Gare sonrası hareket büyük bir ivmelenmeğe uğradı.
Gare’de neler oldu ki, bu kadar şiddetli bir depremin oluşumunu tetikledi? Cevaplanması gereken hayli sorunun olduğu açıktır. Fakat Bahçeli’nin yansıtmaya çalıştığı gibi olmadı Gare. Zaman içinde sorular cevaplarını bulacaktır. Ancak bir şey açıktır ki, Gare iktidar olan ve iktidara oynayan güçleri köklü bir sarsıntıya uğrattı. Tabandan tavanın uyguladığı büyük basınca dipten uygulanan tazyik, onu dağılmaya sürüklüyor.
Bu durum, uzun yıllardır iktidar güçlerinin toplumsal tabana uyguladığı baskı, sindirme ve etkisizleştirmenin sonuna gelindiğine işaret ediyor. İktidarın yönetemediğinin perdesi iyice aralandı, hemen her şey aleni görülmeye başladı. Afra tafra havalarının sonuna yaklaşıldı, demek gerçek olandır. Nefesinin kesildiği ve soluk alınamaz duruma düşüldü.
Koronavirüs salgını zirvede seyrediyor. Günlük vaka sayıları altmış binlere dayandı, ölümler 300’e yaklaştı ama, gündemi belirleyemiyor. Onun yerine Türkiye nasıl yönetilir tartışmaları gündemin en tepesinde yer alıyor.
20 yıla yaklaşan AKP iktidarı ve son yılarda onunla bağlaşık içinde olan Avrasyacılar, MHP gibi partiler çaresizlik içinde. Yönetemediklerinden sağa sola çatıyorlar; “hain, vatan düşmanı” söylemleri gırla gidiyor.
Emekli amirallerin “Bildirisi”ne gösterilen tepkiye nasıl bakmak gerekir? Amiraller neden böyle bir bildiri yayınladı? Montrö gerekçesiyle “Bildiri”nin yayınladığı ileri sürülüyor. Gerçekten mesele Montrö müdür? Belli oranda Montrö’nün etkisi vardır. Ancak ortaya konulan tepkilere bakıldığında mesele daha derinlerdedir.
Yönetilemeyen bir ülke var. Dalgalara dayanamayan gemi alabora tehlikesi altında. Gerek iktidarda olanlar gerekse kendilerini iktidara yürümeye hazırlayanlar, sarsıntılar altında toptan batma tehlikesi içinde olduklarından can havliyle hareket ediyorlar. Dolayısıyla psikolojileri kontrol dışı tepkiler veriyor.
Çok kullanılan bir söylem var: “Hepimiz aynı gemi içindeyiz.” Gemi battığında hepimiz batarız deniliyor. Ancak hepimiz aynı gemi içinde değiliz. Gemi iktidar güçlerinindir. Toplumun geniş kesimleri o geminin dışındadır. Dolayısıyla geminin batması gemide olmayanlara hiçbir zararının olmayacağı gibi, tam tersi onların önünü açıyor. Batacak olan egemenlerin gemisidir. Batacak olan antidemokratik ve özgürlük karşıtlarıdır. “Hepimiz aynı gemideyiz” söylemi saptırmadır ve demagojiden öte bir anlamı yoktur. Ezilenleri yanıltma, hedefini şaşırtma ve oradan kendilerine güç devşirme çabalarıdır.
Krizde olan mevcut iktidarda olan yapının ötesinde derin bir sistem buhranıdır. Çöktükçe temsilcileri paniklemekte ve saldırganlıkla sistemin dağılmasını engellemeye çalışmaktadırlar. Dağılma hız kazandıkça iktidar gücünün “muhalif” kanatları siz çekilin biz yöneteceğiz diyorlar. Ancak onlar da tedirgin. Çünkü sorun yönetimden öte devletin kendisi kriz içindedir.
En genel olarak iki iktidar kanadı vardır. İktidarda olan Cumhur ve muhalefet ise Millet İttifakı oluyor. İktidar mücadelesi yapıyorlar. Ancak ikisi de çözümsüzdür. Türkiye’nin çözümsüz kalan temel sorunları vardır. Onların başında gelen de Kürt sorunudur. O çözülmeden hiçbir sorun çözülemez ve devletin antidemokratik, otokrat iktidarın varlığı bu sorunun çözümsüzlüğü üstüne kuruludur. O çözülmeden bu memlekete ne demokrasi gelir ne de özgürlük.
Kürt inkarı hem Cumhur hem de Millet blokunun temel düsturudur. HDP üzerindeki baskının da temelinde bu durum yatmaktadır. Çünkü HDP Kürt sorununun çözümünü odağına alan ve bütün toplumsal sorunların çözüm programına sahiptir. Demokratik ulus paradigması demokrasi ve özgürlük düsturudur. Gerçekleşmesi halinde ne Cumhur ne de Millet bloku kalır. Ve kavga biter.