Erol Katırcıoğlu
Toplum olamamış ama olmuş gibi davranan bir toplumun parlamentosu nasıl olur dersiniz? Toplum olamamış bir toplum nasıl öbek öbek farklı insanlardan oluşup da zoraki bir birliktelik içindeyse tıpkı onun gibi böyle bir toplumun parlamentosu da zoraki bir biçimde yan yana duran farklı parti gruplarından oluşur. Böyle bir parlamento toplumun ortak sayılabilecek çıkarlarını gözeterek uzlaşmacı bir biçimde karar alabilir mi diye sorarsanız bunun cevabı hayırdır. Çünkü getirilen her öneri iktidardaki siyasi partinin genel tercihleri doğrultusunda yakın durduğu çevrelerin (yani yakın olduğu öbeğin ya da kimliğin) çıkarlarını kollayan bir şekilde getirilir ve tabii çoğunluğa sahip olduğu için de herhangi bir uzlaşma aramaya ihtiyacı olmaz. İstediği yasayı istediği gibi çıkarır.
İddiam odur ki, bir toplumu oluşturan farklı kimlikler arasında bir “biz” duygusu yaratılamamışsa, bir başka ifadeyle toplumda diğerlerini dışlayan kimlikçi bir siyaset anlayışı devam ediyorsa, buradan bir demokrasi çıkması mümkün değildir. Nitekim bizdeki sistemin bu nedenle de “demokrasiyle” bir ilgisi yoktur. Bu ifademi bir başka biçimde söyleyecek olursam, eğer bir toplumda “biz” duygusu yaratılamamışsa onun parlamentosunun da demokratik olması mümkün değildir.
Bir an için şu cümlemi doğru kabul edin: Küreselleşme, ulus devlet içinde kimlikleşmeleri tahrik ederek çok kimlikli yeni bir toplumsal doku üretmiştir. Eğer çok-kimlikli bu doku genel olarak bütün ulus devletler için geçerli ise bu durumda parlamenter demokrasinin işlevinin de çağımız bağlamında sona erdiğini ya da ermekte olduğunu söylemek mümkündür.
Doğrusu bugünün ulus devletlerinde şöyle ya da böyle bu gelişmeleri görüyoruz ve oralarda da parlamenter demokrasilerin eskisi kadar etkin çalışmadığına tanıklık ediyoruz. Bizde ise, başlangıçtan beri çok kimlikli olan toplumsal yapımız, AKP’nin topluma kendi kimliğini dayatması sonucunda daha da kutuplaşmış ve zaten zayıf olan parlamenter sistemimiz tümüyle zaafa uğramıştır. Bugün itibariyle Türkiye’deki sistemi bir “demokrasi” olarak nitelemek mümkün değildir.
Bu nedenle de önümüzdeki dönemin siyaseti, parlamenter mi, güçlendirilmiş parlamenter mi ya da başkanlık sistemi gibi meseleleri tartışmadan önce nasıl yaparız da bu toplumdan bir “biz” duygusu üretiriz olmalı. Bu da barış dilinin ve çözüm sürecinin yeniden gündeme getirilmesiyle mümkün. Gerçekçi çözüm bu olmakla birlikte ülkede estirilen rüzgarlar böyle bir amacı gerçekleştirmeye pek uygun gözükmüyor. Bunu biliyoruz. O nedenle de önümüzdeki dönemin siyasetinin kaotik bir siyaset olacağı çok açık.
Haydi hayırlısı!