Çağımızın siyasi gerginlikler, ayaklanmalar, çatışmalar ve isyanlarla tanımlanan bir çağ olduğu açık. Bu toplumsal istikrarsızlıkların dibinde de “kimlik” konularının olduğu da… Hatta kimileri, Marx’ın kapitalizmin analizinde kullandığı “sınıf savaşları” öngörüsünün gerçekleşmediği, çağımız toplumlarında “sınıf savaşları” yerine “kimlik savaşlarının” yer aldığını yazıyor.
Ulrich Back ve Antony Giddens gibi sosyologlar bu değişimi kapitalizmin küreselleşme moduna ait bir olgu olarak değerlendiriyorlar. Küreselleşmenin, ulus devletin toplumsalı belirleyen bir öğe olarak işlevini zayıflattığını, norm koyma, değer üretme gibi meselelerde etkisini yok ettiğini belirttikten sonra, bütün bu gelişmelerin ardından dünyada büyük bir belirsizliğin ortaya çıktığını, bunun da “risk toplumu” adını verdiği yeni bir toplumsal dönemi oluşturduğunu söylüyorlar.
Özellikle Ulrich Back 2015’de hayata veda ettiğinde, bütün ulus devletleri kapsayabilecek SARS, MERS ve Ebola gibi salgınları ve Çernobil gibi nükleer felaketleri görerek risk toplumunun ne anlama geldiğini tanımlamaya çalışmıştı. Kimlikleri ve sınıfları da aşan özellikleriyle insanlığın ürettiği bu salgınların önümüzdeki dönemlerde ne anlama geleceğini ve neler yapılması gerektiğini anlatmaya çalışmıştı. “Risk toplumu, felaket toplumudur. Bu toplumda olağanüstü halin, normal duruma dönüşme tehlikesi mevcuttur” diyen Back, özellikle Covid-19 pandemisinin bir türlü alt edilememesiyle ilgili korkularımıza tercümanlık etmiş gibi duruyor.
Back ve Giddens’ın (aslında başka bazılarının da) bu yaklaşımlarından gidersek, neden çağımızda ulus devlet yapısı içinde farklı kimliklerin giderek öne çıktıklarını da anlayabiliriz. Belirsizliklerin ve risklerin olduğu bir dünyada insanların kendi etnik, dil ve inanç değerlerini paylaştıkları insanlarla geçmişten farklı olarak daha yakın olmak istemeleri şaşırtıcı olamaz. Bu nedenle de ulus devletlerin sınırları içinde ama farklı dil, din ve etnik kökene sahip insanların bir araya gelerek kendi kimliklerinin tanınmasını istemeleri ve bu çerçevede kimlik taleplerinde bulunmaları Back ve Giddens’ın işaret ettikleri yeni dünyanın göstergeleri bence.
Son zamanlarda bazı yazarlar ulus devlet çatısı altında ortaya çıkan farklı taleplerin bir potada eritilmelerini sağlayan siyasi sistemlerin henüz gelişemediği için her bir kimliğin “ontolojik güven”e sahip olmak istemeleri ya da tersten söylersek “ontolojik güvensizlik” hissetmelerini çatışmacı iklimleri ateşleyen yeni bir gerçek olduğunu söylüyorlar.
Yazımın sınırlarına gelmekte olduğumdan atlayarak söylemeliyim ki bugünün Türkiye’sinde iktidar aklının özellikle Kürt meselesi etrafında giriştiği demokratik olmayan eylemler ve hatta sınırlarımız dışındaki Kürtlerle girişmiş olduğu savaş, devleti yöneten kadroların Kürtlerle ilişkin “ontolojik bir güvensizlik” içinde olduklarını gösteriyor. Bir dönem önce sorunu çözmek için adımlar atmış bir siyasi partinin böyle bir noktaya gelmiş olması, partinin değilse bile devletin tarihsel ve yaşamsal bir güvensizlik içine sürüklenmiş olduğuna işaret ediyor.
Yazıya haftaya devam edeceğim.