Geçen haftaki yazımın başlığı “Kürt Sorunun Aciliyeti” idi. Bu sorunun çözümsüzlüğe terkedilmiş olmasının ülkedeki bütün sorunların da nedeni olduğunu söylemiştim. Gerçekten bu sorun öyle bir sorun ki en derinde toplum olmamızı bile etkiliyor. Çünkü Kürtlere uygulanan ayrımcı politikaların varlığı iktidarın normal bir gücün ötesinde bir güce sahip olması anlamına geliyor. Bunun da diğer bütün ayrımcı politikaların, örneğin, kayırmacılığın, rüşvetin, yolsuzluğun yolunu açan bir ortam anlamına geldiği çok açık. Bu nedenle de ekonomiden siyasete ve sosyal yapımıza kadar karşılaştığımız hemen her sorun Kürtlere karşı uygulanan ayırımcı politikaların varlığıyla ilgilidir.
Abarttığımı söyleyebilirsiniz. Bu sorunu, var olan sorunlarımızın anahtarı olarak ilan ederek yapay bir gündem yaratmaya çalıştığımı söyleyebilirsiniz. Ama öyle değil. Gerçekten de bir konuda ayrımcılık yapabilme yeteneğinin aslında bütün ayrımcı uygulamaları da meşrulaştıran bir imkan anlamına geldiği çok açık. O nedenle de Kürt sorunu dediğimiz sorun, karşılaştığımız sorun yumaklarının anahtarıdır. Birini çözdüğünüzde göreceksiniz ki diğeri de çözülecektir ve bu böyle gidecektir.
Nereye kadar mı?
Toplum olana kadar! Ya da başka bir biçimde ifade edecek olursam bu ülkenin çok kimlikli sosyal dokusunu demokratik bir çerçevede yeniden kuşatarak, ayrımcılığın kaldırılması ve toplumu yöneten güçlerin normal bir parlamenter demokrasinin iktidarlara verdiği güç kadar bir güce sahip olması birbirleriyle didişen bir toplumsaldan normalleşmiş bir toplumsala geçmemizi sağlayacaktır. Dolayısıyla çok kimlikli bir toplumun bireylerinin demokratik bir ortamda eşit haklara sahip olarak yaşayabilmesinin birinci adımı Kürt sorununu çözmektir.
Birkaç gündür, çok farklı şehirlerde yangınların çıkması ve dün itibariyle Konya’da bir Kürt aileden tam 7 kişinin öldürülmesi planlı bir hareketlenmenin işaretleri midir bilmiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey varsa iktidar blokunun da içinde Kürtlerin varlığından rahatsızlık duyan çevreleri de içine alarak bir tür iç savaş provaları yapmak isteyen güçlerin varlığıdır. HDP’nin İzmir İl binasına girerek bir genç kızın hunharca öldürülmesi ve sonrasında olanlar bu yönde bir işaret fişeği niteliğindedir. Gerek orman yangınları ve gerekse de Konya’daki saldırı sonrasında sosyal medyada yayınlanan Kürtlere ve HDP’lilere yönelik videolar ve söylemler gerçekten de bu kuşkumuzu artıran hadiselerdir. Öyleki derin devlet yapılanmasından da haberdar olduğu anlaşılan Sedat Peker’in bile bu türden uyarılarda bulunması oldukça düşündürücüdür.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen sistemin uygulanmaya başlanmasıyla daha bir görünür hale gelen ayrımcı politikaların yol açtığı toplumsal çöküntü ortadadır. Zaten soluk almakta zorlandığımız siyasi ortamımızın otoriter bir yöne evrilmesiyle, kutuplaştırıcı ve ayrımcı politikaların pervasızca uygulanması ülkeyi yöneten iktidar blokunu bir yol ayrımına getirmiş bulunuyor. Ülkede ya her şeyi yeniden dizayn edecek bir siyasi atmosfer demokratik yollarla gelecek ya da otoriterliğin dozu daha da artarak tam bir faşist yönetim ülkede hakim olacak.
Oysa bu yol ayrımının yönünü değiştirmek mümkün. Bunun yolu muhalefetin hep birlikte iktidara gelince Kürt sorununu nasıl çözeceklerini açıklamaları, bir yol haritası ortaya koymalarıdır. Bu ülkenin geldiği noktada Kürt sorununu nasıl çözeceğini açıklayamayan bir muhalefetin iktidara gelince gerçekten demokrasiye dönüleceği konusunda toplumu ikna etmesi zordur.
Göreceğiz…