Biz “Kürt sorunu” dediğimizde Türkiye’de olan bir soruna işaret ediyoruz ama bilindiği gibi Kürt halkı bugün Türkiye, İran, Irak ve Suriye de dahil dört ayrı ulus-devlet içinde yaşayan bir halk. Bu nedenle de saydığım bu ülkelerin hepsinde de bir “Kürt sorunu” var. Ama bu dört ayrı ulus-devlet çatısı altında yaşayan Kürt halkının sorunu ise başka. Onların sorunu, bu başka başka ülkelerde yaşayan Kürtlerin nasıl bir araya gelebilecekleri sorunu. Tabii bu sorunun nasıl çözülebileceği sıkıntılı bir konu. Daha doğrusu, bu ulus-devletler çağında nasıl olacak da Kürtler kendilerine ait bir ulus devlet kuracaklar sorusu cevabı kolay kolay verilebilecek bir soru değil. Kanaatimce böyle bir hedef, her şeyden önce ulus-devlet zihniyet dünyası değişmeden de pek mümkün gözükmüyor.
Ama sözünü ettiğim ulus-devletlerde yaşayan Kürtlerin varlığı, aslında her bir ulus devlet için de bir şanstır. Şanstır, çünkü modern dünyada, Kürtlerin, sözünü ettiğimiz bu ulus devletlerin hakim kimlikleri tarafından asimilasyon politikalarına maruz kalmaları, onların toplumun tümünün de değişimini sağlayacak taleplerde bulunmalarına neden oluyor. Bir başka ifadeyle Kürtlerin kendi kimliklerinin özgürlüğünü savunmaları aslında tüm toplumun da daha özgürlükçü bir toplum olmasını sağlayacak bir dinamizme tekabül ediyor.
Dolayısıyla, insanlığın ulaşmış olduğu zihniyet dünyasından bakınca bu ulus-devletlerin modern dünyanın parçaları haline gelebilmeleri, istemeyerek de olsa karşılaştıkları bu değişim dinamiğini ciddiye almaları ve onların önünü açmalarıyla mümkündür. Tabi açıktır ki bu değişim dinamiğine karşı çıkmak, onu silahla, topla tüfekle durdurmaya çalışmak nafile olduğu kadar, toplumun büyük bir kutuplaşma içine sürüklenmesine ve bunun sonucunda da ülkenin yönetilemez hale gelmesine yol açar.
Bu söylediklerimin en açık kanıtı Türkiye ve Türkiye’deki Kürtlerdir. Özellikle Kürtlerin kendi kimliklerine ilişkin talepleri, sol ve demokrat kesimlerin özgürlük talepleriyle birleşince, ülkenin değişim dinamiğini oluşturdular. Oysa, siyasi İslamcı ve Türk milliyetçisi hükümet bu dinamiğin önüne geçmeye çalıştıkça yalnızca bu talepleri değil, tüm toplumun değişim talebini de engellemiş oldu. Kutuplaşma arttı. Ülke tam bir yönetilemezlik krizinin içine girdi.
Türkiye’nin bugünkü “hali pür melali” işte budur.
Ülkeyi yöneten akıl, bütün bu gerçeklik karşısında tam olarak ne yapacağını bilmiyor. Oysa açıktır ki yapılması gereken şey bu değişim talebinin gereğini yapmaktır. Yani Halkların Demokratik Partisi’nin varlığı üzerinden Kürt siyasi aktörleriyle sorunun çözümüne yönelmektir. Yinelemekte yarar var, bugün Kürt sorunu dediğimiz hadise Türkiye’de doğrudan doğruya daha yüksek bir çıtası olan yeni bir demokrasiye uzanabilmenin yegane yoludur. Bu aslında yalnızca Kürtlerin değil tüm Türkiye halkının da yararınadır.
Mesele bu kadar basittir. Yok efendim HDP’nin terörle ilişkileri varmış, yok efendim PKK ile aralarına mesafe koymaları gerekiyormuş, yok efendim HDP gayri meşru imiş. Bütün bunlar lafı güzaftır. Kürt siyasetinin ve HDP’nin varlığı ülkenin bir şansıdır. Değişim, özgürlük ve eşitlik isteyen herkes için.