Ahmet Güneş
Hayallerimiz kayıp bir beste gibi kafamızın içinde dolanıyor. Ritmini bulmuşuz, sesini duymuşuz, benzer bir nota nereden gelirse hatırlarız. Bu hatırlama alıp götürdüğü gibi bir şeyleri çağırır. Her şeyden uzaklaşıp, anın içine uzun bir parantez açıp unutmadıklarımızı yazarız. Burada, bu anda neden durduğumuzun mirası. Miras yüktür de biraz.
Hızlı ve aniden olmasını isteriz bazı şeyleri. Yılların sabrı kül olur. Yangın çıkmıştır çünkü ve o alevler her yeri yakıyordur. Birden o yakılan yer bir tablonun içine hapsolur, tablo oturduğumuz yerde, baktığımız duvarda asılı kalır. Bakar bakar korkarız. Korkumuz geçmez bir türlü. Oradan da çıkarız, en yakın uzağa; sokağa çıkarız. Sokaktan görürüz duvarı ve asılı tabloyu. Denilir ki kaybetmenin resmi her taraftan görülür. Yine denilir ki kazanmanın ve yitirmenin resmine mesafe yetişmez, çaresiz kalır. Anın içinde ve mekânın gizinde gösterir kendini.
Mevsim değişir, toprak dirilir, çiçekler renklerini hatırlar. Dünya döndükçe bu devam eden bir ritimdir. Evet, doğanın bir ritmi var. Ertelemelerin bir zamanı var. Ne olursa olsun unutmadıklarımız var. Her düşüncenin hizasında, aynı kulvarda bizimle beraber yarışır varmak istediğimiz yere.
An ve anılar arasında denge var mı? An ve anılar arasında mesafe ne kadar? Sen kim zaman? Belki de budur zaman. Birbirine eşlik edenlerin birbirinden gizlediği bir şirk koşma varmış. Sır veya anlam değil. En uzağın yanı başımızda olduğu gerçeği kıstırıldığımız bir köşede bizi yakalar ya, kurtarır da o sıkışmışlığın içinden.
Bir hatırlama yeter kar boran içinde terlediğimiz bir yokuşta yürümeyi. Güneş en tepedeyken üşütmeyi hatırlatıp ürpertir çok eskide kalmış bir patikada yürüdüğün yolu. Karmaşık duygular değil, karıştırılmayan haller. Birbirine karışınca bazı şeyler, asla ilişmeyen o duygunun gölgesinde dinleniriz. Günler, aylar ve mevsimler durduğumuz yeri değiştirip dürter bir gün.
Sığınacağız öfkeye. Sarılacağız hayallere. Sığmayacağız düzene. Tek tek ya da hepsi birden. Gelecek ve götürecek. Dans ve zikir gibi birbirine en yakın ritmin esinlediği, burada, bu dünyada olmayan ama kafamızın içindeki o uzamda kendimize yer açacağız. Gözümüzü açınca da aynı yerde ve aynı seslere eşlik edeceğiz. Beden ve zihin birbiriyle hemhal olurken, sırnaşırken sırlar, paylaşırken varılacak bir yere.
Hayat ve hayal aynı yolda farklı adımlar atarken, etrafımıza bakacağız. Doğrusundan şaşan ve dengesini ihlal eden herkes bir taraf ama aynı dünya. Çıldırtan bir ihmal; aynı anın içinde keder ve keyif. İnsanlar farklı, zaman aynı ama duygular birbirine düşman. Bir ağacın yaprakları rüzgâra boyun eğerken, aynı ağacın yaprakları dalına esaret. Giden ve kalan sadece hatırlayacak. Giden ve dönemeyen hep hayal kuracak.
Kırılan anlar olduğu gibi kıran mevsimler var. Hatırlamayı uzağa sürgün eden, unutmayı kanıksatan. O anlar, bir gün gelip yakasından tutar insanı ve alıp o günün parantezini kapatır. Kapatacak da. Noktasız bir cümle, slogan olacak bir ıslık yani ritim her daim kendini duyuracak.
Haftanın kitap önerisi: Ingeborg Bachmann, Malina / Çeviren: Ahmet Cemal, Yapı Kredi Yayınları