Ehmed Pelda
Sivil ırkçı saldırılarda gözle görülür artış var. Kürt, Alevi, Arap kimliği sürekli şiddete maruz kalıyor. Buna karşı öfke dolu intikam söylemleri dillendiriliyor. Dişe diş, kana kan, kısas yollu intikam anlayışı simetriktir, kaybettirir. Yapılanın aynısını yapmak, öz savunmayı da bunun üzerine oturtmak ne anlamlıdır ne de mümkündür. Her şeyden önce güç ilişkisi açısından bir eşitsizlik var. Irkçı gruplar devlet ve kurumları desteklidir.
Arkalarında silahlı güçler, bürokratik mekanizmalar ve saldırganlıklarını ödüllendirecek ekonomik organizasyonlar var.
Öyleyse asimetrik, zeki, karmaşık ve planlı hareket etmeli. Öz savunmayı sadece saldırı zamanlarıyla sınırlı tutmamak, aksine bir yaşam biçime dönüştürmek önceliklidir. Çünkü o kadar çok saldırgan grup var ki, devletin militer güçleri, mafyalar, ırkçı gruplar, ideolojik ve dinsel kılıflı çıkar grupları vs. her biçimiyle bizleri sarıp sarmalıyorlar. Ya bedenimize ya beynimize hükmetmeye çalışıyorlar.
Öncelikle hiçbir etnik kimlik Kürtlerin düşmanı değildir. Hiçbir halk doğrudan diğer halka saldırmaz. Düşmanlık edenler, saldıranlar siyasi amaçlarla, bilinçli, planlı ve örgütlü hareket ederler. Mensubu oldukları kimliğin tümünü karşısına almak, onlara karşı refleks göstermek ve tepki vermek yıkıcı olur. Aksine aynı kimlikten olup planlı, saldırgan, ırkçı kesimlere karşı rahatsız olanlar da var. Herkesle diyalog yolu aranmalı, sorunlar istişare edilmeli, güven yaratmalı ve bu eksende saldırganlara karşı derin bir halklar denizi olmalı, saldırganları bu denizde boğmalı.
Çok geriye çekilmek, gizlenmek, teşhir veya deşifre olmamak için ana dili kullanmamak, müzik, kültürel özgünlükler, toplumsal ilişkileri dışa vurmamak zamanla sinmeyi, kaybolmayı ve hatta yenilmeyi getirir. Öylesi bir toplum kendini üretemez. Ancak dilsel, kültürel, inançsal farklılığımızı da başkalarının gözünün içine içine sokmamalıyız. Örneğin bir otobüste sakin bir biçimde kendi dilinde sohbet espri yapmak mümkünken, bunu gösteriş amaçlı kullanmak, yüksek kahkahalarla birilerinin gözüne sokmak zaten dille ilgili bir sorun değil. Anlayış sorunudur. Bir müzik grubu insanların gezdiği bir sokakta uygun bir yerde, geçişleri engellemeden, başka insanların işlerini engellemeden müziğini icra etmesi sempati toplar, aksi durumda kamu yaşamını zora sokmak ve bunu da dil engeli olarak değerlendirmek anlamlı olmaz. Anlayış şu olmalıdır: Dilimizi, müziğimizi, iş ilişkimizi, kültürel ve sosyal ilişkilerimizde kendimizi sevdirecek kabul ettirecek davranış kalıpları geliştirmeliyiz.
Çok sert ve kaba söylemlerle ekonomik ilişkileri kesmeyi iddia etmek kaybettirir. Aksine alternatifini yaratarak, yeni ticari ekonomik ilişkiler oluşturarak ekonomik ilişkiyi aynı zamanda sosyal, örgütsel, toplumsal dayanışma alanına çevirmeli.
Ayrıca bir kişi, grup, mahalle, köy hedef ise ve o doğrudan cevap vermeye kalkışırsa, vurulur. Ancak muhatap olmaktan kaçınır, dikkatli davranır ve kendini korursa, hatta hayati tehlikesi var ve tehlike alanından uzaklaşır ise normaldir. Ancak alternatifi olmalı. Onun yerine düşmanın tanımadığı birileri devreye girip darbeyi vurmalı. Çünkü düşman başkası tarafından yapılacak saldırıda bilgi sahibi değildir, kendini koruyamaz. Böylesi bir örgütlenme önemli.