Bu aralar, festivaller üzerine bol bol gevezelik yapılırken 1968 Cannes Film Festivali’ni hatırlamanın tam vaktidir. Yandaki fotoğrafa bakın. Her şey vardı orada, sahne işgali, kavga, sloganlar, her şey! Sinema sadece sinema değildir çünkü
Şimdilerde Antalya Film Festivali’nde Nihal Yalçın’a yapılan terbiyesizlikten hareketle, ödül törenleri tartışılıyor ya, herkese bir “ödül töreni uzmanlığı” havasıdır geldi. Kimileri “Ödül törenleri siyaset yeri değildir” diyor, kimileri “orada ağzınıza geleni söyleyemezsiniz” ahkâmı kesiyor. Yok, endişelenmeyin hemen, törenlerde ne söylenir ne söylenmez konusunda Robert de Niro’nun Trump için söylediklerini örnek olarak vermeyeceğim; veremem de zaten, üsluba aykırı, gazetenin ilkelerine aykırı, vs. vs… Ama daha geriye, 1968 yılının Fransa’sına gidip festival nedir diye bir bakabiliriz.
Fransa ayaktayken
Fransa 1968. Aylardan Mayıs… Paris başta olmak üzere bütün Fransa bir baştan bir başa ayaklanma halinde. Öğrencilerin işgallerinden, 3 milyondan fazla işçiyi sokağa döken büyük genel grevlerden söz ediyoruz. Bu arada, ünlü Cannes Film Festivali’nin rutin hazırlıkları yapılmış ve festival 10 Mayıs 1968’de, Monaco Prensesi Grace Kelly’nin sunduğu açılış töreniyle başlamıştı. Ama bir taraftan da ülkenin dört bir yanında olanlar artık görmezden gelinemeyecek kadar büyümüş ve festival atmosferini de etkiler hale gelmişti. 10-11 Mayıs gecesi, Paris’in Latin Mahallesi’ndeki barikatlarda öğrencilerle polis arasında şiddetli çatışmalar yaşandığında, Fransız Eleştirmenler Derneği, öğrencilere destek için festivali askıya alma çağrısı yaptı.
Çağrı etkili olmadı ama Fransa’nın ve dünyanın önemli yönetmenleri Cannes’a gelmeye başladıkça, festivalin durdurulması fikri daha da olgunlaşmaya başlamıştı. Yönetmen François Truffaut, daha sonraları, bu fikre nasıl vardığını şöyle açıklayacaktı: “Her yer grevdeydi. Trenler bile çalışmazken mantıklı olan festivalin de sona erdirilmesiydi. Olaylardan daha çok da bir hafta önce ağır hapis cezalarına çarptırılan gösterici 4 öğrenci için festivalin bitirilmesi gerektiğini düşündüm. Cannes’a vardığımda tüm arkadaşlarımın ve tanımadığım yabancı konuklar da dâhil birçok insanın aynı fikirde olduğunu gördüm.”
Sinema sokağa iniyor
Yine de ilk 8 gün işleyiş sürdü. Bu arada, Claude Lelouch, Jean-Luc Godard, François Truffaut, Louis Malle, Roman Polanski gibi sinemacılar herkesle konuşuyor ve festivali sonlandırmak gerektiğini söylüyorlardı. Sonunda eyleme geçme kararı alındı ve sinemaların önünde öğrenciler ve set işçileri toplanmaya ve gösterimleri engellemeye başladılar. Oturma eylemleri, basın açıklamaları birbiri ardına geliyordu. Eleştirmenler toplu olarak gösterimlerden çekildi. Festival yönetimi ise tüm talepleri reddediyordu. Bu kez, eylemciler jürinin çekilmesi için çağrı yaptılar. Roman Polanski, Monica Vitti, Terence Young, Louis Malle bu çağrıya uydu. Ardından yönetmenler filmlerini geri çekmeye başladı. Milos Forman, Jan Nemec, Michel Cournot, Alain Resnais, Salvatore Samperi ve Mai Zetterling eserlerini tüm gösterimlerden ve yarışmalardan çektiler.
Salon baskını
Ve nihayet 17 Mayıs’ta sinemacılar sokağa inmeye karar verdiler. “Sinematek Savunma Komitesi” bir gösteri ve yürüyüş düzenledi, ancak yine de durum değişmemişti. Bunun üzerine 18 Mayıs’ta Carlos Saura’nın “Peppermint Frappe”sinin gösteriminin yapıldığı salonu basma kararı alındı. Filmin yönetmeni Carlos Saura ve başrol oyuncusu Geraldine Chaplin de kendi filmlerinin gösterimini engelleme kararının ateşli savunucusuydular. Eylemcilerin baskınına rağmen filmin gösterimi için perde açılmaya başladığında, Saura ve Chaplin, perdelere tutunarak bunu engellemeye çalışırken yere düştüler. Ortalık iyice karıştı. Sahneyi ele geçirerek mikrofonu kapan Truffaut, Polanski, Lelouch, Malle ve Godard seyircilere konuştular. Truffaut seyircilerden “Ne olursa olsun sinema devam etmeli” sesleri yükselince “Burada önemli olan sinemanın devam etmesi değil, önemli olan sinemanın öğrenci ve işçilerle dayanışma göstermesidir. Bunun tek yolu gösterimleri durdurmaktır” şeklinde yanıt verdi. Bir grup sağcı da sahneye atlayınca arbede çıktı, iş Truffaut’ya yumruk atılmasına kadar vardı. Yönetmenler sahne işgali ve oturma eylemine başladılar. Kentin öğrencileri ve işçileri de festival alanını kuşatmışlardı.
Hükümet, bu noktada gözaltı ve tutuklamaları göze alamadı ve 21. Cannes Film Festivali, resmi kapanıştan beş gün önce ve henüz yarışmadaki yirmi sekiz filmden sadece on biri gösterilmişken, durduruldu. O yıl hiçbir ödül verilmedi.
Aşırı sağcı basın “Sabotajcılar”, “Yeni Dalga’nın Donsuzları” başlıklarını atarken, Malle ve Godard başta olmak üzere birçok yönetmen de Paris’e dönüp, barikatlardaki yerlerini almaya başlamışlardı bile.
***
Cannes 1968…
Düşünsenize, bir Nihal’e katlanamayan vasat dizi oyuncuları, o günleri yaşasalar ne olurdu?
Kapıdan içeri girebilirler miydi, o da ayrı mesele ya, neyse…
**********
* Derleme hazırlanırken, Altyazı dergisindeki “Cannes’ın Gerçekleşmediği Bir Başka Mayıs: 1968” (20 Mart 2020) başlıklı yazıdan yararlanılmıştır.