Arif Mostarlı
“Hiç şansları olmayacaktı ama yine de direniş gösterdiler. Tek kelime etmeden ölmek istemiyorlardı. Bu, sonsuza kadar hafızamızda kalacak büyük bir kahramanlıktı.”
Geçtiğimiz yıl yapılan anma sırasında Polonya Romanlar Derneği Başkanı Roman Kwiatkowski, böyle söylüyordu. Sözünü ettiği olay, 16 Mayıs 1944’te, Auschwitz-Birkenau’daki “Çingene Kampı” ayaklanmasıydı. Toplama kampları tarihindeki nadir olaylardan biriydi ve 77 yıldır Roman halkının hafızasından gerçekten silinmedi.
En diptekiler
‘Üstün Irk’ saplantılı Nazi yönetimi sanıldığı gibi sadece Yahudileri yok etmekle yetinmedi. Yahudilerden daha aşağıda ve aşağılık saydıkları bir başka topluluk olan Romanlar da soykırımdan nasibini aldı. Roman, Çingene, Sinti, Manuş, vb… ne derseniz deyin, sonuçta onlar, rejime göre, ‘asosyal’ ve zararlı varlıklardı.
Sadece Nazi döneminde değil, daha öncesinde de… Örneğin 16 Temmuz 1926 Bavyera Kanunu’nda, Çingeneler; “berduşlar ve tembellik yapanlar’’ olarak tanımlanmış ve göçebe hayat sürmeleri yasaklanmıştı. 1929’da bu yasa artık ülkenin tümünde geçerliydi. Nazi döneminde ise Aryanların en üstte; Yahudi, Çingene ve diğer ırkların da alt kademelerde yer aldığı ırksal bir hiyerarşi geliştirilmiş ve temizlik başlamıştı. 1933 Temmuz’unda yürürlüğe konan “doğuştan kusurlu yeni doğanların engellenmesi” yasası altında Nazi doktorları, insanların rızası olmaksızın sayısız Çingene, yarı Çingene ve karışık evlilikten doğan Çingeneleri kısırlaştırdı.
1936 Haziran’ında ise Münih’te “Çingene Belasıyla Mücadele” ofisi açıldı. Özellikle Olimpiyat sırasında Berlin Polis Birimi’ne Çingeneleri tutuklama yetkisi verildi ve 600 Çingene, ilk kez Marzahn bölgesindeki Çingene toplama kampına (Zigeunerlager) kapatıldı. Daha sonra “Zigeunerlager”lar artmaya başladı. Aralık 1937’deki “Suç Önleme” kararnamesinden sonra ise Romanların toplama kamplarına kapatılması hız kazandı.
Kamplarda Çingenelerin işareti, “asosyal” manasına gelen üçgen biçiminde siyah yama idi. Bazen de “Z” harfi ile sınıflandırılıyorlardı. Bu arada “Alman ulusunun Çingenelikten fiziksel olarak arınması”nı isteyen Himmler’in emriyle çalışan Psikaytr Dr. Rober Ritter, genetik araştırmalar yapıyor, hepsinin katledilmesinin “bilimsel” (!) temelini hazırlıyordu.
Soykırım başlıyor
Romanların diliyle Porajmos (yok etme) 1939’dan itibaren böyle başladı. Gaz odaları, gettolar, toplu kurşuna dizmeler… Süreç boyunca bütün Avrupa’da Sinti (Orta Avrupa Çingeneleri) ve Roman soykırımında ölenlerin tahmini sayısı 220.000 ile 500.000 kişiydi.
Sonunda, 1942’de Himmler Çingenelerin Auschwitz-Birkenau ölüm kampına sürülmesini emretti. En az 23.000 Çingene Auschwitz’e gönderildi. Burası aynı zamanda, Dr. Josef Mengele’nin Çingene çocuklar üzerinde korkunç deneyler yaptığı yerdi. 1944’te ise SS Genel Komutanlığı “Çingene Aile Kampı” adı verilen kampta kalan 6 binden fazla Romanın tümünün öldürülmesini ve kampın boşaltılmasını emretti.
Gelin teslim alın!
Ancak bu sonuncu hamle hiç kolay olmadı. 16 Mayıs sabahı SS’ler herkesi öldürüp kampı boşaltmaya geldiklerinde bir ilk yaşandı. Kampın komuta kademesinden içeriye bilgi sızmış ve Romanlar durumu öğrenmişlerdi. Sabah zırhlı araçlarla kampa gelen özel SS birlikleri binaları kuşattı. Mahpuslara derhal barakalardan çıkıp alana toplanma çağrısı yaptıklarında ise ortalığı derin bir sessizlik kapladı. Erken saatlerde teçhizat deposuna girerek çekiç, kazma ve küreklerle silahlanan, ayrıca ranzaları da sökerek buldukları her nesneyi savaş aracı haline getiren Romanlar, kapıların arkasına barikatlar kurmuşlardı. Soykırımdan kurtulan Hugo Höllenreiner o sabahı şöyle hatırlıyordu: “Babamın sesi bütün binayı titretti: Dışarı çıkmıyoruz! Siz gelin! Burada bekliyoruz! Bir şey istiyorsanız, içeri girin!”
Bu, alışılmadık bir şeydi. SS komutanı önce şaşırdı, sonra üstleriyle görüştü. Joachimowski anlatıyor: “Bir süre sonra bir ıslık sesi duydum. Barakaları saran SS komandoları gerilediler, otomobillere binerek uzaklaştılar.” Kuşkusuz SS’ler o gün direnişi bastırabilirlerdi ama isyanın bütün kamplara yayılmasından duydukları endişe ile başka bir yol denemeye karar vermişlerdi.
Yine de katliam
Öyle de yaptılar. Birkaç ay sonra, özellikle temmuzda çalışabilir durumda olanları ayırarak Buchenwald gibi başka kamplara nakletmeye başladılar. Geriye sadece yaşlılar, çocuklu anneler, yetimler ve ailelerini terk etmek istemeyen babalar. Nihayet, 3 Ağustos sabahı, erken saatlerde 2 bin 897 çocuk, yaşlı ve kadın kamyonlarla Krematoryuma taşındı ve gaz odalarına dolduruldular. Ortalığı çığlıklar, küfürler kaplamıştı. Kamp komutanlarından Rudolf Höss, anılarında, “Son ana kadar kendilerini neyin beklediğini bilmiyorlardı” diye yazmıştı: “Onları gaz odalarına götürmek kolay olmadı. Ben görmedim ama Schwarzhuber bana Yahudileri hiçbir tasfiye eyleminin Çingenelerin tasfiyesi kadar zor olmadığını söyledi.”
Zor oldu ama oldu… Katledilenlerin cesetleri, Krematoryum yakınındaki çukurlarda yakıldı. Bu arada, Dr. Mengele kendi denekleri olan küçük Çingene çocuklarını tabancayla vurmayı tercih etmişti.
Şimdi belki bize bir çatışma bile olmadığı için 16 Mayıs direnişi basit gelebilir. Ama Auschwitz’den, Auschwitz’de elde kazma küreklerle kapılara barikat kurmaktan söz ediyoruz ve bu hiç hafife alınacak bir şey değildi o zamanlar. Bu açıdan 16 Mayıs, Roman Direniş Günü olarak anılmayı hak ediyor.