Beyza Üstün
Yaşam yok oluyor, ekosistemler sermayenin çarkında talan ediliyor, siyasi iktidar bu durumları yaratacak tüm politikaları yaşama geçiriyor. Ölüyoruz, kavruluyoruz, boğuluyoruz…
Siyasi iktidar, tek adam rejimi ile kapitalizme yol vermeyi stratejik olarak sürdürüyor. Kapitalizmin normları ile kurumsallaşmış devlet, tüm organları ile patriyarkal kapitalist sistemin emrinde bu sürecin yürütülmesine katkısını sürdürüyor. Ülkeyi kaosa sürükleyen, yönetemeyen bir siyasi iktidarın emrinde yaşam lime lime edilirken, bu süreçlere devlet kurumları sınırsız destek sunarak katılıyor.
Süreçleri birlikte yaşıyoruz, bu nedenle bu faciaya sürükleme mekanizmasını ve bu çarkın aktörlerini hepimizin tanıdığından eminim. Kapitalizmin sömürüsünü ve yok edişini de siyasi iktidarın faşizmin tüm yöntemleri ile halklara saldırısını birlikte göğüslüyoruz. Yangınların ısrarla söndürülmediğine sellere yol verilecek uygulamaların hızla uygulamaya sokulduğuna tanıklık ediyoruz. İktidarın politikalarının sonuçları bu topraklarda yaşamın yok oluşu ile ödeniyor.
28 Ağustos’ta Manavgat’tan başlayan yangın çığ gibi büyüdü, hepimiz tanık olduk. Marmaris, İçmeler, Turunç, Hisarönü, Osmaniye, Orhaniye, Bodrum, Milas, Mumcular, Çökertme, Kavaklıdere, Gümüşlük, Menteşe, Kavaklıdere, Ortaca, Çine, Denizli, Isparta’yı içine alarak batıda günlerce sürdü. Köyler, ilçeler gönüllüler tarafından, yörede yaşayan, yangını söndürmek için gelen halklar tarafından tahliye edildi. Yerel yönetimlerden gelen itfaiyeler, gönüllüler hızla yayılan yangını durdurmaya, söndürmeye çalıştı. Yangın çıktıktan en az sekiz gün içinde otellerin ve termik santralların soğutma çabasının dışında havadan müdahale yapılmadı. Dersim bölgesinde Hozat’ta Amuka, Kozluca, Dere köyü, Çakmaklı alanlarında, Ovacık’ta Yaylagünü, Şavak Ormanları, Otlubahçe, Kutudere, Roj Deresi’nde, merkeze bağlı Bali Deresi, Sarıtaş, İksor’da, Pülümür’de Dereboyu, Nazmiye’de Doğantaş bölgelerinde çıkan yangınlara müdahale yapılmıyor, yangınlar günlerdir sürüyor. Orman ekosistemi kesilerek, yakılarak, maden işletmelerine, taş ocaklarına teslim edilerek, yayla yolları, RES’ler, ENH (enerji nakil hatları), otobanlar, tüneller ile işletmelerin kullanımına sokularak yok ediliyor. Sermaye birikimi için yeraltı katmanları dinamitlenip, delik deşik edilirken, üzerindeki bitki örtüsü, orman ekosistemi yok edilirken, sermaye üretimlerinin çıktıları havayı, susyu toprağı zehirlemeye hızla devam edilirken doğal sistem giderek krize giriyor. Orman ekosistemi yok oldukça/yok edildikçe sadece içinde yaşayan canlılar (ağaçlar, hayvanlar, mikro-makro organizmalar), canlıların barınma, beslenme alanları, yuvaları yok olmuyor; yaşam için gereken suyun rezerv alanları da, suyun, havanın arınma ve besine doyma olasılığı da yok oluyor. Ekolojik kriz derinleşiyor. Türler giderek yok oluyor, sular hızla akışa geçiyor. Mikro klimalara değişiyor, tüm canlıların soluduğu hava daha zehirli, emisyonca daha yoğun, oksijence daha zayıf hale dönüşüyor. Su yaşamı besleyen değil tehdit eden unsura dönüşüyor.
Yaşananlar fıtrat değil. Tüm bu yaşananların nedeni olarak ileri sürülen iklim krizi ya da daha genelleştirirsek ekolojik kriz yaşananların nedeni değil doğal sisteme artı değer üretimi için yapılan uygulamaların sonucu ve yeni yaşanacak faciaların hızlandırıcısı olduğunu yinelemekte fayda var. Ekolojik krizin/ yaşanan faciaların nedeni siyasi iktidarların yürüttüğü politikalar. Uygulanan politikaların ekolojik krize/facialara yol açacağı açıkça ortada iken, her sene aynı faciaların yaşanmasını umursamayan, tutumlarını sürdürmeye devam edenler bu ülkeyi yönetemezler. Çünkü sermayenin krizlerini çözümlemek kendi siyasi krizlerini yaşam alanları üzerinden sermayeye sunarak çıkmaya çalışan bir siyasi irade yaşamı korumaz, korunması için çaba da harcamaz.
Bartın’da, Bozkurt’ta, İnebolu’da, Ulus’ta, Küllü köyünde, Zafer köyünde, hala haber alınamayan Arıd beldesinde, Hasan kadı ırmağının çeperinde, Kozcağız ırmağının geçtiği köylerde, heyelanla kayıpların çok olduğu Akören köyünde yüzlerce kaybın olmasının, yüzlerce evin içinde yaşayanlarla beraber sel sularına kapılmasının nedeni iktidarın uyguladığı politikalar. Bu politikaların sonucunda açığa çıkan katliamdan sorumlu olanlar ise doğrudan iktidarın kendisi ve onun siyasetine katkı veren devletin siyasallaşmış, şirketleşmiş kurumları, bu kurumların yetkilileridir.
2003’ten beri tüm dereleri, yeraltı sularını şirketlerin kullanıma sokan, suyun doğal barajı olan ormanları, makileri, meraları inşaat, maden, enerji şirketlerine teslim eden, hatta yanmasına müdahale etmeyerek yok olmasına katkı sağlayan, ormanlarda ağaç kesimini hızlandıran orman ekosistemlerini orman vasfından, meraları mera vasfından çıkaran, dereleri ıslah tanımı ile beton gömleklerin içine alan, ekosistemle bağını koparan, derenin yatağına beton yapıları yığan (evler, santrallar, köprüler, viyadükler) politikaların sonucunda daha çok sel yaşanır, sayılara indirgenip daha çok canlı ölür.
Biliyoruz ki egemen sistemin yürütmeye çalıştığı politikalar sürdükçe, mücadeleyi ve dayanışmayı doğru politik paradigmalarla yürütemezsek, politik tutumu net olan birlikteliği örmezsek/öremezsek yaşam da içinde bizler de daha çok yok olacağız/yok edileceğiz. Bu faciaların her yıl yeniden yaşanmaması bizlerin elinde, karar siyasi iktidar ve yandaşlarına ait değil. Kararı biz vereceğiz. Yaşamdan yana özgürlükten yana olanların kararı yaşamın yaralarını hızla iyileştirir. Yaşam bizleri ekolojik politik birlikteliğe, sermayeye karşı tutum almaya, siyasete çağırıyor.