Azad Barış
Son günlerde “dünya dışı bir cisim” gibi ülkenin gündemine düşen Kürt meselesi ve ona bağlı muhataplık tartışmaları bütün garipliklerine rağmen olumlu bir hava yaratmış gibi görünüyor. İster nitelikli isterse niteliksiz olsun birçok kesim ve odak bu doğrultuda söz kuruyor. Kim ne derse desin, sonuç olarak, Kürt meselesinin çözümü konusu belirleyici bir başat olarak günceliğini koruyarak gelişim gösteriyor ve göstermeye de devam edecektir.
Tabii ki herkes kendi düşünme ve bakma biçimine göre o esas şeye dair meselenin etrafında laf çeviriyor. Örneğin Erdoğan, Kürt sorunu diye bir şey yoktur derken, Bahçeli’nin bunu da aşan ve tamamıyla inkâr anlamına gelen retorikleri ne onları haklı çıkarıyor ne de Kürtleri etkin özne olarak ortadan kaldırıyor. Onlar için mecazi manada var-olmayan bu her iki şey, Kürtler için dinamik birer olgu olarak bâhir ve kâin.
Yani onlar imgesel olarak münhal manalara anlam yüklemeye çalışırken, Kürtler halis madde bağlamında varlık gösteriyor. Dolayısıyla bu hakikat, hakikatin kendi varlığı açısından tohum, çiçek ve meyvenin ilişkisi gibi nesnelken onlar için maddenin inkârı anlamına gelen zahirî bir sefihlik. Nasıl ki tohum bir çiçeği ve çiçek bir meyveyi ortaya çıkarıyorsa, beşerî varlıkta kendi özüne ait öğeleri aynı döngüsel dizgi üzerinde ortaya çıkarır ve bu inkâr edilemeyecek halis bir hakikattir. Kısacası yeni meyvenin ortaya çıkmasıyla yeniden yeni bir tohumun ortaya çıkması gibi bir devinimdir.
Çünkü evrimde en önemli şey, başlangıçta var-olandan ziyade, sonuçta ortaya çıkandır.
Buna göre hakikat her an ve koşulda bütündedir, ama bütün yalnızca evrim süreci tamamlandığında gerçekleşen bir olgudur. Dolayısıyla döngüsel olarak biri ortadan kalkarken bile bir diğeri yeniden ortaya çıkar ve böylece varlık ve varoluş sonsuz bir müphemliğe dönüşerek aşkınlaşır. Tohum, çiçek ve meyve diyalektiğinde olduğu gibi cevval bir varlık olarak beşerî mevcudiyet de böyle bir şeye tabidir. Bazı temel öğelerin belirleyici olmasına rağmen her şey biraz da “şansa” bağlı olarak gelişir. Döngüsel bir dizgi gibi anlaşılsa da “şans mevhumu” her an devreye girebilen bir faktördür. Bu faktöre göre varlığın kendisi bir kumardır: Şanslı olan kazanır, şansızlar ise Tanrı’nın talihsiz çocukları olarak tarihe geçerler.
Kürtler geçen yüz yılın şansızları olarak kara bir talihle yüz yüze kaldılar. Tanrı’nın talihsiz çocukları olarak dövüldüler, itildiler, unutuldular, varlıkları inkâr edildi ve hala da ediliyor. Üstüne tarihin en zor dönemlerinden biri olan iki bloklu dünyada kimlik uyanışına geçmeleri onları bütün hegemonik güçlerin hedefi haline getirdi.
Politik ve sosyal hareketlerin azalmaya başladığı bir dönemde etkileyici bir politik kurgu ve güçlü çoğulculuk mevhumuyla parçalanmış bir coğrafyanın edebi suskunluğunu bozacak tarihi bir adım atmaları ise bütün ezilenleri dürtmeyi başardı. Parçalanmış kavimlerin çocukları olarak muktedirler tarafından hor görülüp dışlananlar bir araya gelip bir varlık mücadelesi verdiler. O andan itibaren her şeylerini bir kenara bırakan bu kavmin çocukları, hürriyet iddialarının peşine düşerek toplumun önyargılarına, bağnazlıklarına ve riyakârlığına ayna tutmaya başladılar.
Hem tarihsel gelişmelerin hem de yeniden doğuşun fenomonolojisi olarak varlık gösteren Kürt modern hareketi birçok tabu ve dogma kırarak bugünlere geldi. Verdikleri mücadelenin çetinliği ve davanın konu sahipliği bağlamında meselenin bizatihi öznesi oldular. İnsanların kendi kabuklarına çekildikleri bu mecruh coğrafyada hayatın hem solgun hem de canlı anlarına tanıklık edenlerin yaşadıklarına bakarak, kendi varlık bilincinizi ve kimliğinizi hatırlayarak, inkâr edilmenin, kabullenilmemenin ne anlama geldiğini belki anlarsınız. Herkes her şeyi söyleyebilir ama hakikat aşkındır, bir bütündür ve kimi söylemlerden ötürü de parçalanmaz.