Azad Barış
Her kırım toplumsal dışlanmanın bir felaketi olarak ortaya çıkarken egemenlik sıfatının da bir dışavurumudur. Kırım, ona mağdur kalanların toplumsal dışlanma ve damgalanma hallerinin “nihayete” erdirilmiş halinin en radikal biçimidir. Ne yazık ki tarihin bütün kesitleri, ister resmi ister gayri-resmî, bu tür ürpertici örneklerle doludur. Bugün bölge ülkeleri başta olmak üzere hangi “büyük ülkeye” bakarsak, hâsıl olmuş katliamların izlerini bir şekilde görebiliriz. İbretlik olarak herkesin suratına çarpacak bu kırımların en belirginleri, “Kızılderili” ve Aborjin halklarının soykırıma uğramaları, Kara Kıta katliamları, Büyük Felaket, Holokost, Vietnam-Turuncu Madde-, Tutsi katliamı ve son olarak da 73. Êzidi fermanıdır.
Şengal Fermanı bütün bu kırımlar geçidinde, en sarih ve taze olanıdır. Bunu daha iyi anlama bağlamında, sosyolog Richard Sennett’in 90’lı yılların başında “Kamusal İnsanın Düşüşü” (The Fall of Public Man) adlı eserinde geliştirdiği önemli kavramlardan biri olan, “Mahremiyet İdeolojisi” terimine bakmakta yarar vardır. Sennett’in başyapıtlarından biri olan “Kamusal İnsanın Çöküşü” kitabı, kendi alanında çığır açan, her şeyle hesaplaşmadan yeni bir şey söylemeyen bir bilgi pusulasıdır ve kimlik mefhumunu tarifleme ve anlama açısından çok önemlidir. Buradaki temel sav “Kamusal İnsanın Düşüşü”yle beraber politik ve sosyal kategorilerin kurgusal bir şekilde psikolojik kategorilere dönüşerek yükseliyor olmasıdır. Yani sosyo-kültürel olarak paylaşılan özelliklerin yerine, kurgusal olarak tanzim edilen ve paylaşılan yeni bir mahremiyet kimliğinin geçmesidir. İstersiniz buna din kardeşliği, kan kardeşliği veya yemin kardeşliği deyin, bu tamamıyla ideolojik donanımlı bir kimlik mefhumudur ve referans aldığı esas kaynak mitsel ve söylencelerin meçhul diyarlarıdır.
Bu diyarın mistik ve meçhul olması yeni kimliğin oluşumu için aşkın bir gizemlilik barındırırken dışında kalanlar için ise bir o kadar aşkın tehlike ve tekinsizlik içermektedir. Yani birinin mahfuz mahremiyeti, egemenlik erki, ırksal himmeti, güven ve konforlu kimlik inşası diğerinin kimlik kırımı olarak ortaya çıkmaktadır. Dolaysıyla o mitsel dünyanın içinde inşa edilen kimlik kardeşliğinin dışında hiç kimsenin yeri yoktur ve hatta her unsur bir tehdit olarak görülmektedir.
Siyasal İslam ve onun çeperindeki fundamentalist ve cihadist grupların temel çıkış düsturları da çok benzerdir. Aynı saiklerle hareket ettikleri için kendi mahremiyet ideolojilerinin dışında kalan, daha doğrusu dışında bırakılan herkesi harici, yabancı veya kâfir olarak damgalayarak yok etmeye çalışırlar. Zira onların dışında hiç kimsenin o hayali kimliğin içine dahil olma veya içinde yer alma hakkı yoktur. Bunun için de birliğin “ari ve tekil” kalmasını, şiddetin en keskin biçimine başvurarak tazmin ederler. Aksi halde inşa edilen o gizemli “bizlik kimliğinin” veya yemin kardeşliğinin bozulduğu veya yenik düştüğü algısı oluşur, bu da onların “seçilmişlik” fıtratlarına tamamıyla terstir. O nedenle tedirginlik artıran, sırlarını ifşa edebilecek hiçbir gelişmeye izin vermezler.
Bugün, “Medeni insanın düşüşü” olarak nitelendirebileceğimiz bu kimlik birliği ve onun ideolojik malzemelerinin katı bir “kardeşlik mefhumu” üzerine bina edildiğini cihatçı fikriyatın dünyasından da, İslam Devleti’nin mistisize etmeye çalıştığı kutsallardan da net bir şekilde görebiliyoruz. Buradaki mekanizma dinamikleri, hem paylaşılan ortak kimlik birliğinin teşvik ve pekişmesine hizmet ediyor hem de kendini içsel benlerin birliği biçiminde şiddetin en sert çekirdeğiyle donatıyor. Böylece teşvik edilen benlik ifşaatları zamanla kutsanmış şiddetin ahlakı üzerinden temellendirerek ortaya çıkıyor, şiddetin biçimleri sertleştikçe mahremiyet çemberi daralıyor ve birlik daha da pekişiyor. Soykırım tetikleyicisi olarak sürekli karşımıza çıkan o grup dinamiği, bir homojenleşme aparatı gibi çalışıyor. Bütünleştirilemez olarak görülenleri soykırım yoluyla toplumdan çıkarma isteği homojen bir grup imajının temel fikridir.
O nedenle merkezi motivasyonlarının başında bu ideolojik saik gelmektedir. Genel olarak soykırım taktiklerinin temel biçimi de, ister etnik ister dini homojenizasyon olsun, bir toplumu ideolojik olarak değiştirilmesi mümkün olan en kısa sürede şiddet yoluyla yeniden şekillendirilme girişimidir. Yani asıl mesele, homojen toplumun ülkülerine uymayan ve “ilkel-öteki-unsur” olarak tanımlanan bir grubu soykırım yoluyla bertaraf etmektir. Evvel zamanların belleğinde sayısız katliam ve soykırımın yazılı olması, şimdiki zamanın tedirgin ve geleceğin tekinsiz olmasının da sebebidir. Bütün bunları anlamadan bölgenin egemen ulus devletlerinin kendi “azınlıklarıyla” kurdukları ilişkilerin tam olarak ne anlama geldiğini muhtemelen anlayamayız. Bugün İslam dışı halklar ve cemaatler başta olmak üzere Kürtlerin hüznü karşısında, “üç uzlaşmazın” (Arap, Türk ve Fars egemenleri) marifetli bir şekilde uzlaşıyor olmasının, bu gizemli grup kimliğinin (ulus-devlet) aşkın mahremiyetiyle ilgili olduğuna şüphe yoktur.