Azad Barış
Dünyanın ne kadar hızlı bir şekilde dönüştüğü hakikati artık hayatımıza birçok araçla nüfuz ettiği gibi, bunun bir sonucu olarak da ortak değerler olarak evrenselleşmiş ve esasında eski halden yeni bir dünya görüşüne doğru evirilmeyi yaşadığımız bir dönemdeyiz. Trumpizm olarak tarihe geçecek olan tarihimizin bu ara zamanı sağ popülist ve ırkçı faşist liderlerin yükselişe geçtiği bir dönem olarak hızla dönüştü. Bu dönüşüm bugün başka bir noktaya evrilse de özellikle son 4 senede olup bitenler bir bütün olarak insanlığın bugünden sonraki istikametini şekillendirecektir.
Hiç şüphesiz bu dönem salt onunla anılamayacak, 200 yıla aşkın bir süredir kurgulanan sosyal ve adalet devletinin de çöküşü olarak belleklere yerleşecektir. Joe Biden’ın gelişiyle ziyana uğrayan sosyal devletin restorasyonu ve demokrasinin tekrardan inşası öncül başatlar olarak ele alınacağı seçim vaatlerinden belliydi. Dolayısıyla Biden’ın ekonomik programını sadece Korona salgınının üstesinden gelmek ve bu küresel salgına geçici bir çözüm bulmak amacıyla hayata geçirilen bir yardım paketi olarak görmemek gerekir. Teorik bağlamı itibariyle yetersiz olmasına rağmen bu paketi esas olarak gerçek bir sosyal devletin yeniden inşası ve küresel manada bir sosyal devrim mefhumuna doğru kayan bir politik program olarak görmek mümkün. Hatta bu programın ekonomi-politiğine esaslı bir biçimde bakarken temel amacın orta vadede Birleşik Devletleri, Soğuk Savaş öncesi ilkelere yönlendiren bir sosyal demokratikleştirme projesi olduğunu görürüz.
Dünyanın önemli dönüşümlere sahne olduğu Soğuk Savaş dönemi bilgi, teknoloji, ekonomi, politik ve sosyo-kültürel alanlarda büyük değişimlerin yaşanmaya başlandığı dönemdir. Özellikle Reel-Sosyalizmin çöküşünün ardından, rakipsiz hâle gelen liberal felsefenin, kapitalist sisteme sunduğu geniş ekonomik olanaklar ve özgürlükler sayesinde, bilhassa ABD başta olmak üzere birçok ülkenin tarihsel süreç içerisinde yakaladığı tekelci ekonomik büyüme ve refah devlet prensibini tamamıyla yıkmıştır. Böylece, tek ideolojili bir dünyanın temel ilkeleri haline gelen turbo-kapitalizm zamanla sosyal ve refah devletinin sonunu getirdi.
Zira Biden’ın büyük teşvik paketi birçok yönüyle refah devleti fikir ve uygulamaların dönüşümünü çağrıştırdığı gibi bu paket yeni bir sosyal demokratikleşme projesidir aynı zamanda. Çünkü Soğuk Savaş öncesi Amerika’sının hayata geçirmeye çalıştığı politik programın temel esprisi tam da buydu. O nedenle hem küresel hem de bölgesel birlikler kurarak sosyal devlet sürecini kendi iç dinamikleri içinde daha da ileriye götüren program olarak görmek mümkündür. Biden bu adımla sosyal politika önlemleri, zaman içinde toplumdaki sosyo-politik tercihlere göre, eğitim ve sağlıktan, kentleşme, çevre ve tüketicinin korunmasına, istihdam ve gelir dağılımından çalışma yaşamının düzenlenmesine kadar, çok yönlü boyutlar içinde hızla gelişip zenginleşen bir süreç başlatmıştır.
Hızla büyüyen ekonomi, artan refah, düşen enflasyon ve işsizlik oranları Amerika toplumlarında bir Altın Çağ’ın yaşanmasına yol açmıştı. Bu süreci Amerika toplumunun en itibarlı olduğu, barış hareketlerin geliştiği, Siyahi uyanışın vücut bulduğu, sendikaların güçlendiği, ücretlerin yükseldiği, sosyal refah olanaklarının gittikçe genişlediği ve bütün göstergelerin pozitif yönde ilerlediği bir zamandır. Bunun yanı sıra işçinin kendisi ve ailesinin korunmasından başlayan ve nihayet ülkede yaşayan tüm nüfusu kapsayan bir sosyal güvenlik sisteminin gelişmiş örneği olan Amerika’ya geri dönüştür Biden’ın esas hedefi. Günümüzde refah devleti politikaları yeniden üretmek, sosyal refah kurumlarını yeniden yapılandırmak ve zamanın ihtiyaçlarını karşılayacak bir mekanizmaya dönüştürmek, Biden kabinesinin temsili özelliğinin bir gereksinimi olarak gündeminin en üst sırasında yer almaktadır. Bir zamanlar sosyal demokratlar için bir amaç olan refah devleti, Reel-Sosyalizmin çöküşüyle beraber büyük bir değişim yaşayan dünya politikasında nerdeyse tamamıyla silinmişti. Özellikle son çeyrek yüzyılda dünyada yaşanan devrim niteliğindeki yeni gelişmeler ve hızını sürekli artıran altüst oluşları sosyal devlet ilkeleri temel alan sosyal kurgulara duyulan ihtiyaç yeniden artmıştır. O nedenle küreselleşme olarak adlandırılan ve dünyayı her yönden büyük bir değişimin kucağına iten bu olgu, siyasal, ekonomik, toplumsal ve kültürel açılardan büyük bir değişimin fitilini ateşlemiş olan bu politik aks Biden tarafından aktüelize edilmiştir ve ilk pratik adımıysa Amerikan Kurtarma Planı Yasası’nı kapsamındaki büyük teşvik paketi olmuştur.
Lakin dünyanın dört bir yanında yaşayan insanlar ve toplumlar hem kişisel hem de toplumsal olarak böyle bir teşvik paketinden istifade edip onun kapsamına girmek isteyeceklerdir. Trumpizm dünyasının yönetim aygıtlarına baktığımızda Başkan Biden’ın kendi ülkesinde hayata geçirmeye çalıştığı proje dünya nazarında fevkalade sosyal ve adalet eşitliği üzerinde bina edilmiş bir program olarak öne çıkmaktadır ama esas başarısı ve yapısal bir dönüşümün fitilini ateşleyip ateşlemeyeceği meselesi herkesi kapsayıp kapsamayacağına bağlı olacaktır. Biden’ın Kurtarma Planı Yasası’nı imzalaması elbette sosyal bir kurgudan ibaret olan devlet aparatı için önemli bir adımdır. Tarihteki birçok sosyo-ekonomik kuramcının teorik savlarına denk gelecek şekilde bir refah ve sosyal devlet programı olarak karşılık buluyor. Acil eylem planı olarak hayata geçirilen 190 milyar dolarlık bütçe Roosevelt’in otuzlu yıllardaki Yeni Anlaşması’nı ve Johnson’ın 60’larda Büyük Toplum programını gölgede bıraktığını gözlemliyoruz. O nedenle bu yeni iktisadi çıkış programı sadece salgınının üstesinden gelmek için hayata geçirilen bir yardım paketi değil, kimi Nordik devletlerin sosyal demokratikleşmesine benzer bir evirilme sinyali olduğunu belirtmekte fayda vardır.
Elbette mali önlemlerin birincil amacı, pandeminin sonuçları nedeniyle insanlara ve ekonomiye yardımcı olmaktır ama Biden pandemi ve sonuçlarının yanı sıra topluma dokunmak üzere harekete geçti ve bütün dünyada bir ilke imza attı. Bütün bunlar basit birer abartma da olabilir ama son yılların en köklü sosyo-ekonomik dönüşümün başlangıcı olarak ön plana çıktığını ve ayırt edici düzeyde dikkat çektiğini özellikle belirtmek gerekir. Biden’ın gündemindeki hiçbir şey şimdilik sınıf tandanslı beklentilerimizin yapısal dönüşümüne işaret etmiyor gibi görünse de 1935 yılında yürürlüğe giren Wagner Yasası (sermaye ile emek arasındaki güç dengesini) tekrardan etkin bir şekilde yeniden kurarak sendikaların genişlemesinin yolunu açabilir, Sosyal Güvenlik Yasası’nın daimî bir refah devletinin temellerine dönüşmesi için itici bir güç olabilir.
Dolayısıyla hem Sanders hem de New York Times’ın belirttiği gibi, Kurtarma Planı en azından çalışan ailelerin “bir jenerasyonu” için önemli bir destek olduğu unutulmamalıdır. Nitekim Kurtarma Planı bu desteğin birçok yönüyle salt bir nesille sınırlı kalmayacağını söylüyor, çünkü bir yıllık acil yardım paketi olarak kalırsa Great Society’nin yoksulluğa karşı önlemleri karşılamayacağı gibi dönüşüm iddiasından uzaklaşarak, hedeflenen başarıyı elde edemeyecektir.
Bugün mümkün olanın sınırı olarak kabul edilen bu eksiksiz reformlar bile, sosyal demokrasinin veya Roosevelt’in ekonomik haklar bildirgesinin çok gerisinde kalacaktır. Amerika’daki toplumsal eğilimi ve demokrat liderlerin belirsiz öncelikleri göz önüne alındığında eleştirel olmakta fayda vardır ama bu teşvik tasarısı ve iktisadi paketin doğru yönde atılmış önemli bir adım olduğunu da söylemek gerekir. Eğer yoksullar ve işçi sınıfını güçlendirecek tarihi bir yasama başlangıcına dönüşebilirse bu adım, sosyal demokrasi için yeni bir çağın başlangıcı olabilir.