‘Kahramanlık’ tanımlanması zor bir kavram. Çoğu kez biz onu savaş ortamları üzerinden tanırız ve tanımlarız ama bazen de çok sıradan bireylerin ilk bakışta ‘delilik’ gibi görünen şeyler yaptığına tanık oluruz. Yaptıkları öyle sıra dışıdır ki, nasıl tanımlayacağımızı şaşırırız. Vedran Smailoviç işte o ‘deli’lerden biri… Yıkıntıların arasında dört bir yandan mermiler uçuşurken çello çalan birine başka ne diyebiliriz ki?
Avrupa’nın orta yerinde vahşet
Saraybosna’nın acılı bir tarihi var… Sovyetler Birliği’nin çöküşü ve Yugoslavya’nın dağılmasından sonra Bosna-Hersek’in bağımsızlık ilanı, yeni kurulan Sırbistan’ın bunu tanımayarak bütün bölgeyi hegemonyasına alarak yayılma eğilimi ve Avrupa’nın orta yerinde patlayan en kanlı savaşlardan biri… Sırp Cumhurbaşkanı Radovan Karadziç’in başlattığı Bosna savaşı ve sonra Srebrenitsa gibi vahşi sivil kıyımlarına varan sürecin en trajik bölümü ise, Bosna Kuşatması’ydı. Büyük bir Boşnak nüfusa sahip olan Saraybosna, 5 Nisan 1992 ile 29 Şubat 1996 tarihleri arasında, yaklaşık 4 yıl boyunca Sırp güçleri tarafından kuşatıldı. Şehri tepelerde kuşatan Sırp ordusu ve topçu ve tanklarla saldırırken, kenti savunan Bosnalı askerler yetersiz donanıma sahipti. Kuşatmacılar, sivil-askeri hedef ayrımını asla yapmadılar ve Saraybosna bu dört yıl boyunca her gün bombalandı.
BM tahminlerine göre modern zamanların bu en uzun kuşatmasında yaklaşık 11 bin 541 kişi öldü ve 56.000 kişi yaralandı. Ölenler arasında bin beş yüz çocuk da vardı. Her gün aralıksız bombalanan şehirde neredeyse bütün binalar harabeye dönerken nüfusun önemli bölümü göç etmek zorunda kaldı. Şehir, yıllarca elektrik, gaz, su, okul, telefon gibi olanaklardan yoksun yaşadı.
Yıkıntıların arasında…
Bu sürecin en büyük sivil katliamlarından ilki, 5 Şubat 1994’teki Markale pazar yerinde gerçekleşti ve 68 sivil öldürüldü. 28 Ağustos’taki ikinci Markale katliamında ise 37 ölü vardı. 27 Mayıs 1992 öğleden sonra ise, pazarda ekmek almayı bekleyen bir grup insanın üzerine bombalar yağdı… Çoğu çocuk ve kadın 22 kişi o anda yaşamını yitirmiş, daha sonra makineli tüfeklerle taranan 70’ten fazla kişi de ağır yaralanmıştı.
Ertesi gün, tuhaf bir şey oldu. Saraybosna Orkestrası’nın baş çellisti Vedran Smailoviç, tam bir orkestra giysisi ve çellosuyla, tam katliamın gerçekleştiği yere geldi ve gayet sakin bir şekilde rutin akort ve hazırlıklarını yaptıktan sonra Tomas Albinoni’nin Sol minör Adagio’sunu çalmaya başladı. Durduğu yer, Sırp keskin nişancılarının ateş alanıydı ve mermilerin uçuştuğu bir ortamda o, sanki orkestra salonundaymış gibi tam bir disiplin içerisinde eseri tamamladı. Şüphesiz eser seçimi de rasgele değildi. Albinioni’nin Adagio eseri, daha doğrusu eserin yalnızca bir bölümü, Şubat 1945’te müttefiklerin bombardımanında harabeye dönen Dresden’de, Devlet Kütüphanesi’nin yıkıntıları arasında bulunmuştu. Eseri bulan müzikolog Remo Giazotto, Adagio’yu yeniden düzenleyip bugünkü haline getirmişti.
Küllerin arasından çıkan eser, bir kez daha yıkıntıların arasında dile geliyordu. Smailoviç, sonraki günlerde de tekrarladı bunu. Katliamda öldürülen 22 kişi için tam 22 gün! Her gün, aynı yere geldi. Yıkıntıların arasına sandalyesini koyup oturdu, top ve mermi sesleri arasında kılı bile kıpırdamaksızın çellosunu çaldı, bitirdikten sonra telaş etmeden enstrümanını ve sandalyesini alarak yine sığınaklara döndü.
Kültürel bir direniş
Yaptığı belki delilikti evet ama öte yandan ortaya koyduğu kültürel bir direniş biçimiydi aslında. Saraybosna ve dünya için bir cesaret sembolü oldu. Haber hızla yayıldıkça, diğer sanatçılar ve müzisyenleri Saraybosna’ya çekti. Bir gün Joan Baez ona katıldı örneğin, Susan Sontag ve diğer dünyaca ünlü sanatçılar kente geldiler. Ama Smailoviç’in tanınma, şöhret olma iddiası ve isteği yoktu. Lider olmaya çalışmadı. Kaosun ortasında bile normal bir yaşam iddiasını öne sürmüştü o sadece. Ve Avrupa’nın orta yerindeki bu kanlı kuşatmaya kayıtsız kalan dünyanın dikkatini savaşa ve Saraybosna’ya çekti. Uluslararası güçler nihayet birazcık kımıldadılar.
Bosna Savaşı’ndan siyasal İslam’a rant üretmek isteyen güçler ise pek o kadar sevmedi onu; en azından göklere çıkarmadılar. Çünkü Vedran, tabii ki diğer Boşnakların çoğu gibi bir Müslümandı, ancak bu onun kimliği değildi. “Ben bir Saraybosnalıyım. Ben kozmopolit biriyim. Ben barışseverim. Ben özel bir şey değilim. Ben bir müzisyenim, şehrin bir parçasıyım” diyordu. Aralık 1993’te Saraybosna’dan ayrıldığında, Kuzey İrlanda’ya taşındı, burada besteler yapmaya devam etti, çok sayıda müzik projesinde icracı, besteci ve şef olarak yer aldı. Bu arada, dünyanın birçok ülkesinde onun onuruna ‘The Cellist of Sarajevo’ gibi müzik eserleri yazıldı.
Vedran Smailoviç… Bir anti-kahraman, barış tutkunu…
Evet, çılgınca bir şeydi yaptığı ama o, harabelerin ortasında çalarken kendisine bunu söyleyenlere çok basit bir soruyla yanıt verdi hep: “Bombalanan sokaklarda çello çaldığım için bana deli diyorsunuz. Peki, durmadan Saraybosna’yı bombalayanlara hiç, ‘deli misiniz?’ diye sordunuz mu?”