“Nelson sessizce ayağa kalktı ve oğlum Nick’i arazide yürüyüşe çıkardı. Ona ne söyledi bilmiyorum -oğluma sormaya cüret etmedim- ama evde Mandela’nın isminden bir daha hiç bahsetmedi. Bakın, Mandela size bir sır konusunda güvendiyse, onu saklarsınız.”
Sözü edilen olayın geçtiği yer, Güney Afrika’nın politik hayatında bir dönüm noktası olan Liliesleaf Çiftliği’dir. O yıllarda henüz küçük bir çocuk olan Nick’in konuştuğu adam, çiftliğin sıradan, mavi tulumlu bir işçisi olan David Motsamayi’dir. Ya da şöyle diyelim, sözü edilen kişi, David Motsamayi adı altında çiftlikte çalışıyor görünen Nelson Mandela’dır.
Biraz karışık gibi görünüyor ama değil. Liliesleaf, 1962-63 yıllarında Güney Afrika Komünist Partisi’nin de desteğiyle Afrika Ulusal Kongresi adına satın alınarak örgütün toplantı mekânı haline getirilmiş bir çiftliktir. Çiftliğin görünürdeki sahibi ise küçük Nick’in babası, Arthur Goldreich’tan başkası değildir. 1963’te polis tarafından basılarak Merkez Komite üyelerinin çoğunun yakalanmasına kadar da kendi halinde, sıradan bir çiftlik gibi görünmüş, Mandela orada barınmıştır.
On parmakta on marifet
Ama biz Mandela’dan değil de çok ilginç bir başka adamdan söz edeceğiz.
Arthur Goldreich, tarihte az rastlanır kişiliklerden biri. Yahudi, beyaz, komünist ve Mandela’nın yoldaşı…
Aristokrat bir Yahudi ailenin çocuğu olarak 1929’da Güney Afrika’nın Johannesburg kentinde doğdu ve daha ortaokulda başına bela sarmaya başladı. Okuduğu ortaokulda, geleceği Hitler’de gördüğü anlaşılan yönetim yabancı dil olarak Almancayı dayatınca isyan etti. İbranice öğrenme talebini başbakana kadar ileterek sonunda istediğini de elde etti. Savaştan sonra İsrail’deydi. Yahudi örgütü Haganah’ın elit askeri kanadı olan Palmach’ın bir üyesi olarak savaştı. 33 yaşına geldiğinde ise iyi bir soyut ressam ve tasarımcı olarak doğduğu yer olan Güney Afrika’ya geri döndü. 1955’te siyah beyaz figürleriyle Güney Afrika’nın En İyi Genç Ressam Ödülü’nü kazandı, müzikaller için setler ve kostümler tasarladı. Ancak ırkçılık karşıtı tutumu nedeniyle hükümetin gözünde her zaman bir şüpheliydi.
Silah başına
1960’ların başlarında Afrika Ulusal Kongresi, sabotajlarla başlayıp gerilla savaşına doğru ilerledikçe, bir sanatçı ve tasarımcı olan Goldreich’ın kaderi değişti. Bir süre askeri yardım ve silah yapımı hakkında bilgi almak için Çin, Sovyetler Birliği ve Doğu Almanya’ya gitti. Gerillalar için bir disiplin yönetmeliği yazdı. Sabotaj için olası endüstriyel hedefleri belirledi. İsrail’de edindiği askeri tecrübeyi, Mandela ve diğerlerine aktardı. Mandela, daha sonra onun için, “Gerilla savaşı hakkında bilgiliydi ve anlayışımdaki birçok boşluğu doldurmaya yardım etti” diyecekti.
Daha sonra Goldreich, Rivonia bölgesinde Liliesleaf adlı bir çiftliği satın aldı ve ANC’nin askeri kanadı Umkhonto we Sizwe’nin planlama merkezi haline getirdi. David Motsamayi, yani Mandela da çiftlikte bir işçi olarak görünüyordu. Ancak, çiftlik zaman içerisinde çok göze batmış ve riskli hale gelmişti. 11 Temmuz 1963’te, tam da ‘boşaltma’ kararı alınmışken polis, toplantının ortasında baskın yaptı ve 16 kişiyi tutukladı. Mandela ise daha sonra başka bir yerde yakalanarak gruba eklendi. Basın Goldreich için ‘en büyük balık’ deyimini kullanıyordu.
Fakat Goldreich’in tutukluluğu uzun sürmedi. Kendisi ve bir ANC lideri olan Harold Wolpe ile iki siyasi tutsak daha duruşma öncesinde tutuldukları hapishaneden, bir gardiyana rüşvet vererek kaçmayı başardılar. Wolpe ve Goldreich, bir süre Johannesburg varoşlarında rahip kılığında saklandıktan sonra bir arabanın bagajında Svaziland ve oradan Botsvana’ya geçtiler. (Bu arada, bir ayrıntı: Goldreich, gardiyan Johan Greef’e 35 yıl sonra, apartheid rejimi çöktüğünde vaat ettiği parayı ödedi!)
Tel Aviv’de düş kırıklığı
Goldreich için artık İsrail’de yeni bir hayat başlamıştı, 1994’e kadar Güney Afrika’ya bir daha gidemedi. Bu arada, İsrail’de Mandelaların davası için kamuoyunu harekete geçirmeye çalıştı, apartheid karşıtı bir örgüt kurdu ve Tel Aviv’de gösteriler düzenledi. Bir yandan da mimari ve tasarım çalışmalarına devam etti ama ikinci kez geldiği İsrail onun için yabancıydı artık. Çünkü İsrail’in Filistinlilere karşı savaşan politikalarının apartheid rejiminden bir farkı yoktu. “İsrail’im öldü” diyordu Goldreich, Nazilerin katlettiği bir ulusun bunları yapması utanç vericiydi. İsrail 1982’de Lübnan’ı işgal ettiğinde, ‘Barış Şimdi!’ hareketini yöneten merkezin bir parçasıydı.
24 Mayıs 2011’de öldüğü güne kadar hep ikiye bölünmüş bir kalple yaşadı. Bir yanda büyük bir sevgiyle bağlandığı Mandela’nın Güney Afrika’sı, diğer yanda eleştirse de yaşamaktan vazgeçemediği İsrail… Liliesleaf Çiftliği ise şimdi artık bir müze ve her köşesinde onun izleri var.