Ahmet Güneş
Tek tek hüsrana varıyor birçok çözüm. Eskinin vardiyası uyarıyor yeni günleri, hatta güneşin doğuşunu. Nereye gitmeli, başlangıç neresiydi? Ay aynı yerinde durur mu, dünya eksenine sadık mı? Yoksa neden burada sayıklıyoruz? Gerçek ne, rüya neden?
Tekrarına taklit bir geçmiş anın içinde patlıyor yeni bir ses gibi. Tarihe tanık mıyız yoksa tarih miyiz hiç izi olmayan? Bir sürü soruyla gelmiştik buraya. Cevapları yakılan, yok olduktan sonra yaşadığının davası devam eden, sıradan gibi görülen mezar taşı yazısı sanılan. Kader gibi toprağın altında görülen. Yine duyuruyor kendini kadim bir soru; adalet ne zamandı? Bırakıyor isyan eden bir boşluk kendini; yoktu, var edilecekti.
Gecenin tenhasında aydınlık bir sokak lambası birilerinin idam sehpası, mesela. Duvarın dibinde herkes hesap verir ve görür. Oysa terazi şaşkın bu hesaplaşmada. Birilerinin sokakları yağmalanırken ve talan yeni bir isim alırken, bağırıyor biri yerküreye; tiksiniyorum dünyadan.
Katiller atlı karıncada masum birer fotoğraf karesi mi olur dünyada. Bu bir soru değil, bu bir şerh. Ertesi gün tüm dünyanın filminde küçük bir senaryo; başrolü başlatan. Barbarlar durmadan kendini aklıyor; dünya dönüyor ve başımız onunla beraber derbeder dönüyo. Çıkmaz sokaklarda imdatlar intihar ediyor. Buraya kadar her yer kendisi için yolları vuruyor ve mübah.
Kanallar açılıyor ve kötüler her yerde. Sürüklenenler, boğulanlar farkına ne zaman varacak sürüklenip sürgün edildiklerini? Her taraf soru işaretleri ve artık adreslerin bir adı yok. Bir gün bir şairin düşünde vardı; hava bedava, su bedava. Düştük ve düşündük ama sonra öğrendik ki bunu diyen düştü bir çukura.
Yollarda ölmenin adı da cinsiyeti de değişiyor. Çünkü beden her şeyi ayırıyor. Mevsimler ayyuka çıkarınca kurtuluş hayalini, cesetlerin yaşı kalmıyor. Tedavülden kalkan hayatlar ve hayalleri kimse umursamıyor. Gitmenin tüm imkanları bütün kanatları yoluyor ve umut coğrafyaya göre dağı da bulutu da yontuyor. Gitmenin kanadı ölüme çıksa da bir yol ama kimse farkına varmıyor.
Uçmayı özgürlük sananlar hep yanıldı ve peşinden gelenleri de yanılttı. Bazen ışık olmaz. Umut tek fiyasko olarak kaldı yırtık cebimizde. Var olmak dayatılan tek gerçekken, değişebilir tek umursanan adalet terazisinde. Dehşet vahşeti kovalıyor ve barbarlık bunları gözetliyor. Kaçan ve kovalanan aynı karede ve en çok bu çağın adına yakışıyor. Her hayatın cinneti çünkü bir sonraki yerde kendini duyurur.
Sonlara yazıldık, ertelenen ne kaldıysa oradaydık ama henüz adımız konulmuş gibi bir efsaneye uyarlandık. Oysa tekrarlanan bir nakarattık: Bizi buraya ölmeye getirdiniz, olsun! Biz yaşadık.
Anılmıyorsa mesafe, hatırlanmıyorsa hayaller, biz en çok oralara çağrılandık. Geldik, gördük ve gördüklerimizin gölgesine rüzgar olduk. Saymaktan vazgeçip toplandık; Şölenimize hayat davet edilmiştir. Hayatın hayalleri de dahildir.
Haftanın kitap önerisi: Claire Keegan, Emanet Çocuk / Çeviren: Behlül Dündar, Jaguar Yayınları