Yine soralım: Kaçaklar neden engellenemiyor? Bugün flamingo yavruları öldü. Yarın çekilen bu yeraltı suları nedeniyle her yer çöl olacak, yani gelecek ölecek! Tarım politikaları uygulanan ve yapılacaklar- ekolojinin akıl süzgecinden neden geçirilmez?
Her dönemde ya biber, patlıcan, domates, salatalık ya da soğan, patates fiyatının yüksekliğinden dem vurulur. Birinden biri zam şampiyonu ilan edilir, algı değiştirilir, çiftçiler hedef tahtasına konur, sorun yaratıcılar görünmez kılınır. Şimdi de flamingo yavrularının ölüm faturası çiftçilere çıkarılıyor. Öncelikle “Acaba gerçek böyle mi?” sorusunu buraya vidalayalım. Gerçeği anlamak için yola koyulalım.
Turnalar
Flamingo yavruları öldü. Sebebi susuzluk deniyor. Doğru! “Susuzluğa neden olan çiftçiler” diye açıklandı. Bu da doğru! Gelin o zaman her olumsuzlukta en çok yaptığımız, fakat pek bir işe “yaramayan” kınama eylemimizi çiftçilere de uygulayalım. Beraber kınayalım! Hatta olmadı bir olalım, “ağzı var dili yok” çiftçileri bir güzel dövelim, sorunu çözelim. Peki, sorun böyle çözülür mü? Tabii ki hayır! Çünkü bölgenin iklimine ve jeopolitik durumuna uygun ürün yetiştirme politikalarını belirleyen çiftçiler değil ki!
Kim peki?
Verdiği destekler, çıkardığı yasa ve yönetmeliklerle tarıma hükümetler yön verir. Ayrıca yeraltı ve yerüstü sularının nasıl kullanılıp kullanılmayacağı da hükümetlerin yetki ve sorumluluk alanları içinde. Bir de tarımda uygulanan serbest piyasa politikalarıyla nerede hangi ürünün yetiştirileceğini belirleyenler ver, onlar da şirketler. Demek ki flamingo yavrularının ölümünde hükümetlerin yanı sıra şirketlerin de parmağı var diyebiliriz. Gelelim sadede: Günümüz hükümetleri ve serbest piyasa politikaları kız kardeş, çiftçiler ise el kızı, el oğlu. Bunu da Türkiye gerçekliği olarak buraya not edelim.
Ekoloji
Ekoloji yaşamın akıldanesidir. Ekolojinin aklına uymak gerekir. Yoksa halimiz harap olur. Hangi havzada ne yetişir, ne yetişmez yüzyıllardır bellidir. Ekolojinin aklı bu tasnifi yapmıştır. Elbette havzalarda mevcut üretilen ürünlerin dışında başka ürünler denenmesin demiyorum. Tersine denenmeli diyorum! Ancak denemeler yapıldıktan sonra o bölgeye uyum sağlayabilen -adapte olan ürünler- yetiştirilmeli. Fakat havza koşullarına uyum sağlamayan bitkilerin yaşayıp ürün vermesi için istediği -bölgede olmayan- koşulları sağlamaya kalkışılmamalı. Yani bölge ekolojisine monte etmede ısrar edilmemeli. Çünkü ekolojide ısrar, çıkmaz sokaktır! O çıkmaz sokakta yavru flamingolarda olduğu gibi ölümlere sebep olur. Peki, bunu kim belirleyecek? Elbette devlet! Çünkü tarım politikalarından, yaptıkları ve yapmadıklarıyla hükümetler yetkili ve sorumludurlar. Flamingo yavrularının ölmesinin sorumlusu işte tam da bu nedenle çiftçiler değil. Uyguladıkları ve uygulamadıkları tarım politikalarıyla hükümetler ve kız kardeşleri serbest piyasayı domine eden şirketlerdir.
O halde soralım?
Prof. Dr. Yaşar Eren, “Karapınar bölgesinde 3-4 sene öncesine kadar obruk sayısı 180-200 civarındaydı, 2020’de bu sayı 600’e çıktı” diyor. O halde soralım: Neden bu artış? Irmak, dere ve göllerin kurumasına, obrukların oluşmasına neden olan yeraltı sularının kullanım izni ve denetimi hükümette değil mi? Evet! Şu an izinli artezyen sayısı 30 bin, kaçak açılanların ise 70 bin civarında olduğu söyleniyor. Eğer telaffuz edilen bu sayılar doğruysa kaçak artezyen sayısı izinli olanın iki buçuk katı neredeyse. Yine soralım: Kaçaklar neden engellenemiyor? Bugün flamingo yavruları öldü. Yarın çekilen bu yeraltı suları nedeniyle her yer çöl olacak, yani gelecek ölecek! Tarım politikaları -uygulanan ve yapılacaklar- ekolojinin akıl süzgecinden neden geçirilmez?
Ekoloji aklı
Ekolojinin aklı bize, ürüne su taşımanın doğru olmadığını, yağış rejimine uygun ürün üretmek ve sadece iklimin elverdiği ot ile beslenen hayvanları yetiştirmenin doğru olduğunu salık veriyor. Kestirmeden söylemek gerekirse, şirketlerin değil ekolojinin kendisini yeniden üretmesine fırsat verilmeli. Kapalı havza Karapınar’ın gerçekliği olmayan, çok su isteyen şekerpancarı ve mısır, yonca, ayçiçeği, patates, fasulye (340 bin dekar) yetiştirmek yerine bölgenin iklimine uygun olan hububat üretilmeli (397 bin dekar). Üretilen hububatın 284 bin dekarının hayvan yemine ayrılması, sadece 133 bin dekarının buğdaya, yani insan beslenmesine ayrılması gıda politikalarının yanlışlığına işaret ettiğini belirtelim. Bu veriler bize sığır yetiştiriciliğinin terk edilmesi, ot durumuna uygun olan koyun yetiştiriciliğine dönülmesini kör gözüm parmağına misali göstermektedir. Anadolu’da, “Eğri otur, ama doğru konuş” derler ya, onun gereğini yapalım. Bu yanlış politikalardan dönelim, dönmezsek obruk ve kuruyan göl sayısı durmaz, artar. Çölleşmeye hız desteği vermeye devam etmiş oluruz.