DTK Eşbaşkanı Berdan Öztürk ile tecrit, ulusal birlik ve Leyla Güven’in tutuklanmasını konuştuk
Hüseyin Kalkan
Geçtiğimiz günlerde Demokratik Toplum Kongresi Eşbaşkanları Leyla Güven ve Berdan Öztürk, Kürtlerin Botan olarak adlandırdığı Şırnak ve ilçelerini ziyaret ettiler. İki eşbaşkan gittikleri her merkezde salgın koşullarına rağmen halkın ilgisi ile karşılaştılar. Bu geziden hemen sonra Leyla Güven’e iki konuşmasından ve DTK Eşbaşkanı olduğu için 22 yıl 3 ay hapis cezası verildi. Ve hemen tutuklandı. Konuşmalarından dolayı bir siyasetçiye hapis cezası vermek ve hemen tutuklanması tepki çekti. Leyla Güven’ın avukatlarından olan AİHM kararını gazetemize yorumlayan Reyhan Yalçındağ Baydemir, bu kararın DTK’yi de kapsadığını belirterek Güven’in hemen serbest bırakılmasının gerektiğini belirtmişti. Avukatlar, Güven’in serbest bırakılması için gerekli başvuruları yaparken, biz DTK’nin diğer Eşbaşkanı Berdan Öztürk’le Leyla Güven’in tutuklanmasını, Botan gezi izlenimlerini ve açlık grevlerini konuştuk.
Botan gezileri
Botan’ın Kürt mücadelesi içindeki tarihi rolüne vurgu yapar Berdan Öztürk, gezi izlenimlerini şöyle özetledi: “Çözüm sürecinin bozulması ile birlikte en büyük yönelimin gerçekleştiği yer Botan’dı. Şırnak merkez, Cizre ve Silopi’de ciddi bir yıkım gerçekleştirildi. On binlerce insanımız göç etmek zorunda bırakıldı. Botan, kültüründe taviz vermeyen, kimliğinden taviz vermeyen bir bölge olduğu için ağır baskılara uğradı.
Botan bölgesine karşı ayrı bir kirli politika yürütülüyor. Pandemi süreci de bahane edilerek halkla aramızdaki bağı koparmak için baskılar yoğunlaştırıldı.”
Halkın duruşu
Halka moral vermek isterken, halkta moral bulduklarını belirten Öztürk, halkın ne olursa olsun duruşundan vazgeçmeyeceğini gösterdiğini söylüyor. Öztürk, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Bizim çalışmamız hem esnaf ziyareti hem de ailerimiz ziyareti şeklinde gerçekleşti. Özellikle halkımız görüşlerini, isteklerini, taleplerini ve varsa eleştirilerini almak için ziyaretlerde bulunduk. Hem halkımız açısından, hem bizim açımızdan büyük moral oldu. Bu görüşmelerimiz şunu bir kere daha gösterdi ki ailelerimiz ne olursa olsun davalarından, duruşlarından hiçbir şekilde taviz vermeyecekler, partilerini, kurumlarını sonuna kadar savunacaklar. Toplantılarımıza katılım ve ilgi çok yoğundu ve çok sıcak karşılandık. Sonuç olarak pandemi koşullarına dikkat ettik, etmek zorundaydık ama buna rağmen halkın ilgisi büyüktü. Moral vermeye gittik ama moral alarak döndük. Şırnak merkez ve bütün ilçelerini ziyaret ettik, Cizre, Silopi, Güçlükonak, Uludere, Beytüşşebap ve İdil’i ziyaret ettik. Çok yoğun bir programdı.”
Sürece ilgi
Berdan Öztürk bu gezi sırasında halkın süreci çok iyi takip ettiğini gördüklerini belirtiyor. Öztürk, halkın yaklaşımı ile ilgili şu gözlemlerini aktarıyor: “Halkımızın süreci çok iyi takip ettiğini gördük. Süreçle ilgili görüş ve düşüncelerini dile getirdiler. Hemen hemen hiç kimse kendi özel sorularını dile getirmedi. Ekonomik veya ailevi sorunları üzerinde durulmadı. Bütün halkımızın gözü sürecin nasıl ilerlediğinde. Mücadelenin geldiği nokta ile bundan sonra nasıl bir duruş sergilenmesi gerektiği üzerinde duruyorlar. Görüş ve önerilerini ortaya koyuyorlar. Baskı görmelerine rağmen zorluk çekmelerine rağmen halkımız mücadelenin sorunları üzerinde duruyor, sorunların nasıl aşılacağını tartışıyorlar. Halkın gündeminde Kürt siyasetinin gündeminde olan konu ve sorunlar var. Bunlar için mücadele etmek için kararlı bir duruş söz konusu.”
Güven’in tutuklanması
Leyla Güven’in tutuklanmasının siyasi bir karar olduğunu belirten Öztürk, bunun son AİHM kararıyla tescillendiğini söylüyor. Öztürk, “Hakkında bazı dosyalar vardı. Genellikle konuşmalarından ve açıklamalardan kaynaklı bu dosyalar. Duruşması vardı ve avukatlar ek savunma talebinde bulundular. Normal olarak bunu kabul edilmesi gerekiyordu. Ama kabul etmediler. Ceza verdiler. Ceza sonrası da hemen tutuklama kararı çıkardılar.”
Güven semboldür
Leyla Güven’in Kürt mücadelesinin her alanında yer aldığını belirten Berdan Öztürk, bu nedenle devletin hedefinde olduğunu söylüyor. Öztürk, Leyla Güven ile ilgili şunları söylüyor: “Leyla Güven’e bakışlarını biz çok iyi biliyoruz. Özellikle açlık grevinden sonra hem Türkiye’de hem Kürdistan’da mücadelenin olduğu her yerde sembol haline gelmiş bir yoldaşımızdır. Yukarıda belirttiğim gibi Botan gezisi verimli geçti. Halk ile ilişkimizi koparmaya çalışıyorlar. Halkı mücadeleden koparmak için büyük baskı uyguluyorlar. Botan ziyareti gösterdi ki bu bağ kopmuyor. Bütün kirli savaş yöntemlerini uygulamalarına rağmen bunu koparamıyorlar. Botan gezisinin bu kadar yoğun geçmesinden dolayı bir yerlerde düğmeye basıldı. Talimat verdiler. Ve içeri aldılar. Bu talimatla gelen bir tutuklamadır. Bu siyasi bir karardır. AİHM kararı bunu açıkça ortaya koymuştur. Leyla Güven 90’lı yıllarda bu mücadeleye katılan ve Kürt siyasetinin her alanında görev almış bir arkadaşımız. Özverili bir şekilde çalışmış ve bunun bedelini de aralıklarla cezaevinde girerek ödemiş bir arkadaşımız. Bir de DTK Eşbaşkanlığı sıfatını taşıyor. Üstelik bir de kadın olması bu sistemin şimşeklerini üzerine çekmeye yetiyor. Bütün bunları bir araya getirdiğimizde Leyla Güven’e neden yöneldikleri anlaşılır. Hemen ceza verdiler ve tutukladılar. Dediğim gibi siyasi bir karardır. Kadın özgürlük mücadelesine yönelik bir karardır.”
Türkiye mahkûm oldu
DTK Eşbaşkanı Berdan Öztürk AİHM’in son kararını da gazetemize yorumladı. Öztürk’e göre bu karar Kürt siyasetinin evrensel hukuk açısından meşru bir zeminde bulunduğu bir kere daha tescillenmiş oldu. DTK Eşbaşkanı bu konu ile ilgili görüşlerini şöyle özetledi: “AHİM kararını okuma fırsatım oldu. Sadece Selahattin başkanla ilgili gibi yansıtılıyor ama, beş yıldan beri siyasi alanını savundukları, mahkeme kararlarının siyasi olduğu, siyasi saiklerle bu operasyonların gerçekleştirildiğine dair bütünlüklü bir değerlendirme söz konusu. Ve Türkiye’yi mahkûm eden bir karar. Büyük Daire’nin kararı olması önemini katbekat artırıyor. DTK ile bir örnek vereyim. Türkiye, terör örgüt olarak ilan etti. Mahkeme böyle karar verdi ve Yargıtay onayladı. Ama AİHM kararında diyor ki Demokratik Toplum Kongresi, demokratik bir organizasyondur diyor. Açık ve net bir şekilde bunu dile getiriyor. Bugüne kadar yapılan operasyonların da hukuki olmadığını ve siyasi saiklerle yapıldığını ortaya koyuyor. Hiçbir yoruma yer bırakmaması açısından gerçekten çok önemli. Biz zaten bunları söylüyorduk. Bizim söylediklerimiz uluslararası bir hukuk otoritesi tarafından onaylanmış oldu. Ne kadar haklı olduğumuz tescillendi. Bu karar Türk hükümetinin Kürt siyasetine yönelik tutumunu bir bütün olarak mahkûm eden bir karardır.”
Bir özeleştiri
“Bugün Türkiye’de bütün anti-demokratik uygulamaların kaynağı ve nedeni PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerinde derinleştirilen tecrittir. Bunu artık görmek gerekir” diyen Berdan Öztürk, Öcalan’a uygulanan tecridin, bir halka, bir soruna uygulanan tecrit olduğunu belirtiyor. Öztürk bu konu ile ilgili görüşlerini şöyle özetliyor: “Uluslararası komplo neden gerçekleşti, neden Abdullah Öcalan İmralı Adası’na getirildi? Neden tecrit altına alındı? Bu tecrit, tek bir kişiye uygulanan bir tecrit değildir. Bugün yaşadığımız süreç bunu bize açıkça gösterdi. Hukuki boyutunu bir kenara bırakıyoruz. Çünkü zaten hukukla bağdaşır bir yanı yok. Bu ülkede bir sorun var. Bu yeni bir sorun değil. Bu sorunun adı Kürt sorunudur. Kürtlerin eşit ve özgür yaşam talebidir. Bu talep doğrultusundan 40 yıldan fazladır mücadele veren bir halktan söz ediyoruz. Ve bu halkın liderinden söz ediyoruz. Bakın milyonlarca insanımızın ‘irademiz’ dediği bir insandan söz ediyoruz. Tecritle verilen mesaj Kürt sorununda çözümsüzlüktür. Öcalan’a tecrit uygulanırken, sizin iradeniz de tecrit altındadır. Demokrasi isteyenlerin mücadelesi de tecrit altına alınmıştır. Diğer Eşbaşkanımız Leyla Güven, 200 gün açlık grevinde kaldı. Açlık grevlerinin öncülüğünü yaptı. Adalet Bakanı çıkıp avukatları ve ailesi, Öcalan ile görüşebilir dedi. Ama bu sözler çok kısa bir sürede unutuldu ve tekrar tecrit uygulamaya başladılar. Ve uzun bir süreden beri cezaevlerinde baskıları yoğunlaştırdılar. Arkadaşlarımız hem bu baskılar, hem tecride karşı önemli mücadeleler veriyor. Biz dışarıdaki siyasetçiler görevlerimizi yeterince yerine getirseydik, bugün arkadaşlarımız açlık grevine başlamak zorunda kalmazlardı. Bu da bir özeleştiri olsun. Arkadaşlarımız bu ağır şartlarda bile kendileri için değil, tecride karşı açlık grevi başladılar. DTK Eşbaşkanı olarak arkadaşların duruşlarını selamlıyorum. Demokratım diyenler, Kürt sorunu konusunda duyarlıyım diyenlerin de tecrit konusunda seslerini yükseltmesi gerekiyor. Sadece tecridin kaldırılması değil, Öcalan’ın misyonunu yerine getirmesi için, rolünü oynaması için gerekli imkânların sağlanması gerekiyor. Bu yaratılmadan hiçbir sorun çözülmez.”
Ulusal birlik
Bölge devletlerinin yüz yıldır Kürt düşmanlığı üzerinde siyaset yürüttülerini belirten Öztürk, bu devletlerini Kürdün bir taşa bile sahip olmasını istemediklerini ekliyor. Berdan Öztürk, bu konudaki fikirlerini şöyle özetliyor: “Bu devletlerin başını Türkiye çekiyor. Kürdün bir taşa bile sahip olmasını istemiyorlar. Bugün operasyon adı altında yürütülen siyaset Güney Kürdistan’ın işgalidir. Bu açık ve nettir. Bunu PKK’yi bahane ederek açıklamak mümkün değil. Adım adım Güney Kürdistan şu anda işgal ediliyor. KDP’nin bunu görmesi gerek. Kürt halkı bunun açık net farkındadır. Eğer Kürt halkının ulusal birliğinden söz ediyorsak, buna öncülük edecek olanlar partilerdir.”
Çözüm diyalogda
IŞİD’in yenilmesinden sonra Türkiye’nin Efrîn’e ve Serêkaniyê’ye girmesinin, Kürtlerin gözünde perdeyi yırttığını belirten Berdan Öztürk, sözlerini şöyle sürdürdü: “Türk devleti nerede olursa olsun Kürtlerin kazanımlarına karşı olduğunu gösterdi. Güney’deki halkımız bunu görüyor. Güney’deki yönetimin de bunu görmesi gerekiyor. Kürt halkında ulusal bilincin yükseldiği bir dönemden geçiyoruz. Bu nedenle yeni bir kardeş kavgasını, partiler arası bir savaşı dört parçadan Kürt halkının kabul edeceği bir şey değildir. Her parti kendi ideolojik çizgisinde hareket edebilir. Bu demokrasinin gereğidir. Güney’deki kazanımlar da Kürt halkının kazanımıdır, Rojava’daki kazanımlar Kürt halkının kazanımıdır. Dolayısı ile partilerimizin arasında ideolojik mücadele demokrasinin gereğidir ama Kürtlerin varlığına yönelik bir saldırıya partilerimizin ideoloji üstü bir cevap vermeleri gerekir. Ulusal bilincin bu kadar güçlü olduğu bir dönemde, ulusal kongre zemininin bu kadar güçlü olduğu bir dönemde Kürtler arası bir kavgayı kabul etmiyoruz. Kürt halkı bunu kabul etmez. Sorun ne olursa olsun diyalogla çözülmesi lazım. Türkiye’nin oyununa gelmemek gerekiyor. Halkımızın yüzyılını kurtaracak bir konumdayız, bu kadar bedel ödemiş bir halkın daha fazla bedel ödememesi için birlikte hareket etmemiz lazım.”