İki genç arkadaş, iki yakın dost yaşamın anlamıyla ilgili ağrılar yaşamaya başlarlar. Varlık-yokluk sorunu, varlığa anlam kazandırma derdi içinde kıvranır dururlar, birbirlerine meseleyi açmadan ama birbirlerinin ne ağrılar yaşadığını, ne sancılar çektiğini bilerek. Nice uykusuz geceler, nice yorgun gündüzler geçirirler anlamın nerede, neyde saklı olduğunu anlamak için çıktıkları iç yolculuğunda. Dağların doruğuna çıkıp karanlık gecenin doğan güneşle aydınlanmasını beklerler, anlamın doğan güneşte saklı olabileceği umuduyla. Nice sayısız gündüzün üzerine gecenin çökmesini beklerler, anlamın sırrını karanlığın koyusunda bulabiliriz diye. Çiçeğin acelesiz açışına, karıncanın telaşlı adımına, akan nehre, duran göle, sararıp dökülen yaprağa, kara, yağmura, rüzgârın yolculuğuna tanıklık ederler hakikatin sırrına ermek için. Velakin anlamak, yaşamın anlamına vâkıf olmak, hakikatin sırrının kıyısından geçmek şöyle dursun, sahip oldukları ne kadar anlam varsa bir bir kayıp gider ellerinden; koyu bir karanlığın, dehşetengiz bir yalnızlığın içine yuvarlanırlar. Ölmeyi tasavvur etmeye başlarlar fakat yaşamın anlamına vâkıf olmadan ölmenin de değersiz olduğunu anlayacak kadar bir olgunluğa ermişlerdir. O yüzden vazgeçerler kendilerini öldürmek fikrinden. Karnını doyursun diye her gün bir parça ekmek verdikleri bir dilenci hakikate ulaşmak için bir yol göstericiye, bir mürşide ihtiyaçları olduğunu ve böyle bir kişiyi tanıdığını söyler onlara. Çaresiz dilencinin peşine düşüp mürşit kişi diye dilencinin salık verdiği yaşlı kadın bilgenin yanına varırlar.
Yaşlı bilge, kendilerini öldürmeyi düşünüp düşünmediklerini, yaşamın anlamına ulaşamadıkları için bundan vazgeçip geçmediklerini sorar. Her ikisi de şaşkınlıkla durumlarının böyle olduğunu söylerler. Yaşlı bilge kadın, şöyle der bu iki hakikat arayıcısına: Kendini öldürmeyi düşünen, aslında kendini öldürmüştür. Kendini öldürmekten vazgeçen kendini yeniden diriltmiştir. Artık her ikiniz de hakikati arama yolculuğuna hazırsınız. Uzak dağların ve uzak çöllerin, dikenli ve engebeli yolların ardında en yüksek olan dağa ulaştığınızda orada bir gül bulacaksınız. Hakikatiniz o gülde saklıdır, O gülü bulduğunuzda yine bana gelin ve anlatın der, ne bulduğunuzu, ne yaşadığınızı. Her ikisi de bilge kadının mürşitliğine iman ederler; içleri umut ve sevinç dolu, gülü arama yolculuğuna başlarlar.
Aylar yıllar geçer, bedenlerinde kabuk bağlamış derin yaralar, yüzlerinde derin çizgiler, varır gelirler yaşlı bilge kadının karşısına. “Anlatın” der bilge kadın. “Ne gördünüz, ne buldunuz, ne yaşadınız?” Biri anlatmaya koyulur. Bedenindeki yaraları gösterir, gülü bulmak için çektikleri ıstıraptan, yaşadıkları zorluklardan bahseder tüm konuşma boyunca, mütemadiyen. Yaşamın kıymetini anladığını, yaşamın hakkını bundan sonra vereceğini söyler. Diğeri gülün kokusundan bahseder birkaç cümle ile. Sözcüklerinin her biri gülün kokusuna, gülün dokusuna gark olmuş. Güle dokunan varlığı dilinde bir ozana, bir şaire dönüşmüş. Ne bedenindeki yaralar ne çektiği zorluklar bir kere bile dolanmamış dilinin ucuna.
Romanlarından tiyatro oyunlarına, şarkılarından sinema filmlerine Kürt sanatçıların eserlerine bakıldığında bir özgürlük tutkusunun terennüm edildiğini ancak özgürlük için mücadele ederken ne büyük acılar çekildiğini, ruhlarında ve bedenlerinde ne yaralar açıldığını, ne bedeller ödediklerini büyük bir feryatla anlatışları görülecektir. Tıpkı gülde saklı olan hakikati aramaya giden adamın gülü anlatmak yerine gülü bulmak için çektiği eziyet ve acıları anlattığı gibi. Oysa sanat; hakikate ulaşmak için çekilen acıların anlatılmasından değil, hakikatin kendisinin anlatılmasından, yani gülden bahsedilmesinden doğar. Yani Kürt sanatçıların pek çoğunun yaptığı gibi özgürlük için çekilen acıların anlatılmasından değil, özgürlüğün kendisinin anlatılmasında saklıdır sanatın özü.
Kürt halkının büyük acılar yaşadığı ve büyük bedeller ödediği kimsenin inkâr edemeyeceği bir vakıadır. Ama sanatın gıdası, hakikat arayışıdır, hakikattir. Sadece acılardan beslenen bir sanatın varacağı yer nihilizmdir, umutsuzluktur, en nihayetinde arabesktir. Bir acıyı, karşıdakini en provoke edecek şekilde nasıl anlatırım arayışı sanatsal üretimin önündeki en büyük engellerden biri olarak durmaktadır. Acılara saplanıp kalmak, sanatçıyı asli motivasyonunundan yani hakikat arayışçılığından alıkoymaktadır.