Birkaç gündür medyada en yoğun biçimde tartışılan konulardan biri de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzasıyla Resmi Gazete’de yayımlanan bir kararla beş üniversitenin rektörlerinin değiştirilmesi oldu. Elbette genç kuşakların eğitimini belirleyeceği ve böylece ülkenin geleceğini etkileyeceği için önemli olan ve tartışılması gereken bu kararın hızla değişen Türkiye gündemini bu denli meşgul etmesinin esas sebebi ise Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atanan Melih Bulu’nun kimliğiydi. Melih Bulu, AKP’nin milletvekili aday adayı olmuş, seçilmese de siyasi kimliği açık olan bir şahıs. 2002’den itibaren parti içinde çeşitli kademelerde görev almış. Rektör seçimlerinde hükümete yakın kişilerin tercih edilmesi Türkiye’de yeni bir şey değil. Uzun bir zamandır rektör seçimlerinde en fazla oyu alan aday değil, listede Cumhurbaşkanı’nın tercih ettiği aday rektör olarak atanıyordu. Daha o zamanlar çarpık olan bu uygulamaya da gerek kalmamış görünüyor artık. Atamalar kararnamelerle yapılıyor. Bu atama tarzı daha önce de uygulandı. Üstelik Boğaziçi Üniversitesi’nde de yapıldı bu. 2017 yılında yine hükümete yakın olan Mehmed Özkan, Cumhurbaşkanı atamasıyla bu üniversiteye rektör oldu. Bu uygulamanın adını net biçimde koyan yine gençler, yani üniversitenin öğrencileri oldu. ‘Kayyum rektör istemiyoruz’ sloganıyla Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri Bulu’nun atamasından hemen sonra twitter’da protestolara başladılar ve bir eylem programı açıkladılar.
Boğaziçi Üniversitesi’ne Melih Bulu’nun rektör atanmasının bu defa bu kadar çok dikkat çekmesini ve gündemde kalmasını sağlayan işte öğrencilerin bu uygulamayı bu kadar doğru adlandırması oldu. Toplum artık kayyumlaştırmanın bütün ülke sathına yayıldığını görüyor. Rejim, artık kayyum rejimidir ve demokrasi ile pek alakası kalmamıştır. Ancak bunun böyle olmasına yol açan da muhalefetin HDP’ye karşı ayrımcı yaklaşımı olmuştur. Muhalefet, HDP’nin kazandığı iller iktidar tarafından kayyumlaştırma politikasının antrenman sahası olarak kullanılırken, sessiz kalmıştır. Bir ülkenin bir yerinde iktidarın uyguladığı bir siyasetin ülkenin her yerine etki edeceği ortadayken, muhalefet HDP’li belediyelerin uğradığı haksızlığı, hukuksuzluğu görmezden gelmiştir. HDP, kayyum uygulaması sonucunda 31 Mart 2109 yerel seçimlerinde kazandığı 8 il belediyesinin tamamını kaybetti. Son seçimlerde parti 3 büyükşehir, 5 il, 45 ilçe ve 12 belde belediyesi olmak üzere toplam 65 belediye kazanmıştı. Rakamlar sık değişiyor ama partinin elinde dördü ilçe ve ikisi belde olmak üzere 6 belediye yönetimi kalmış olmalı. Kayyumlaştırmanın bu hızla devam etmesi bundan ülkedeki hiçbir muhalif kurumun muaf kalamayacağını gösteriyordu. Nitekim geçen yıl çıkarılan en son yasalardan biri sivil toplum örgütlerine de kayyum atanmasının yolunu açmıştır. Artık İçişleri Bakanlığı, sivil toplum örgütlerine, derneklere kayyum atama yetkisini elde etmiştir. Muhalefet ise kayyumlaştırma politikasına yeni yeni ses çıkarmaktadır. Ancak bu cılız seslerin ülkenin demokrasiye dönüşünü sağlayamayacağı açıktır. Tabii eğer Millet İttifakı partilerinin demokrasiye dönüş gibi bir amacı varsa. Çünkü bu partilerin ülkedeki her kritik süreçte iktidarın politikalarının arkasına dizildiği ya da en azından sessiz kaldığı görülmektedir. HDP ile açık ittifak kurmak, HDP’yi kriminalize etme uygulamalarını açıkça protesto etmek yerine sıranın kendisine gelmesini beklemeyi tercih eden bir muhalefetten, bu ülkenin halkları ne bekleyebilir ki?