Hukuk fakültesi günleri geliyor aklıma. Hukuk denilen şeye cezaevine girerek başlayıp, sonra fakültesine geçtiğim için pek de ciddiye aldığım yoktu doğrusu. Ve günler 12 Eylül günleri sayılırdı hala ama askerlik filan da var okumazsak, eve gelip dururlar memur memur, zaten neler çekmiş aile, cezaevi ziyaretleri, kapı altları, daha önce mahalle faşist, yok tehdit eder, evi tarar filan…
Bir de ayakta durmak için bir şeyler yapmak ya da yapıyor gibi görünmek için iyi bir şey üniversite ve kantini de var, dünyayı değiştirmeye müsait, daha ne olsun ve ‘Deniz mahkemeye düşmüş avukatı ben olsaydım’ şarkısı da ağzımızda….
Fakat o zamanlar -şimdiyi pek bilmiyorum- lise gibi filan değil üniversite. Bayağı bayağı ders anlatıyorlar, tuğla gibi kitaplar hukukta, havalı da, şöyle Beyazıt’ta ana binanın bahçesinde çimenlere kitabı koyuyorsun, al sana hasır sandalye masası yüksekliğinde masa, masa da masa ha gibi ha bire çay koyup üstüne, ha bire dünyayı değiştiriyoruz. Kafa anarşik, kesmemiş mapus, serde gençlik ama sınavlar ciddi walla, çıkınca da vizeden filan ha babam cevapları tartışıyoruz. Şöyleydi böyleydi diye, neredeyse çaylar dökülür gibi oluyor, kitaplar leke olacak, neyse şekersiz içiyorum da silince çıkar ama yeni çay alacak, çok para da yok cepte, ucuz çay, öğrenci çay ocağı ama biz kalabalığız, güzellik burada.
Anayasa dersi, birinci sınıfta okutulurdu, o zamanlar, şimdi bilmiyorum. Orhan Aldıkaçtı iki hocadan biriydi derse gelen, 12 Eylül Anayasası’nın mimarı. Ceketinin kollarından 12 Eylül, paçalarından devlet akıyordu. Kravatına kadar faşistti kesin, ayakkabısı bile yerde türük türük diye ses çıkarıyordu. Kendisine öğrenci derneği kurmak için dilekçe veren öğrencileri, sabaha karşı evlerinden aldırtıp yargılattı mesela. Fakültenin dekanıydı bide. Onların duruşmalarına da katılıp, ‘Nereden biliyorsunuz örgüt mensubu olduklarını’ sorusuna, ‘kanaatim öyle’ diye cevap verdi.
İşte böylesi günlerin, böylesi vizelerinden birinde, ‘hukuk piramidini’ sordu, böylesi bir hoca. Kolay bir soruydu hepimiz için. O çimenlere yayılmış biz, taze çaylak, hukuk öğrencileri, Uluslararası anlaşmaları en üste koyup, anayasa, kanun, tüzük, yönetmelik diye yazdık ve geçtik…
Orhan Aldıkaçtı öldü. Mirası, 12 Eylül Anayasası, sadece yüreğimizde değil, her yerimizde yaşıyor ama insan, o gençliği, çimenleri ve hatta keyifli yoksulluğu bile özlüyor da, cunta günlerinin hukuk fakültesinin, birinci sınıf öğrencilerine öğretemeden geçemediği, hukuk piramidini bile özler mi yahu?
2021’in ‘Bu kadar da olmaz artık’ demeyeceğimiz bir yıl olması dileğiyle, sevgiyle…