Çilem Aydın, Kapitalist Modernite’nin, yaratımı olan ulus-devlet mantığı sonucunda bölgede yaşanan eko-kırımın politik olgular üzerinden inşa edildiğinin altını çizdi
Bölgesel çapta ekolojik kriz; orman yangınları, barajların yapılması, HES projeleri, hayvan katliamları, nükleer santraller, fabrikaların kirli atıklarının doğaya atılmasıyla beraber daha da derinleşiyor. Öte yandan devletin uygulamaya koyduğu politikalar ile coğrafik ve etnik yapısı değiştirilmek isteniyor. Ekolojik krizin artmasıyla ilgili değerlendirmelerde bulunan ekoloji aktivisti Çilem Aydın, krizin derinleşmesinin kapitalist sistemle bağlantısı olduğunu söyledi. Aydın, farklı ülkelerdeki ekolojik krizlerin birbirinden ayırt edilmemesi gerektiğini ifade ederek, bütün ekolojik krizlerin zincirleme şekilde devam ettiğini ve bu sebeple bütünsel olarak ele almak gerektiğini vurguladı. Aydın, krizlerin ortaya çıkmasının nedeninin insanların kendisini dünyanın tek sahibi görmesinden kaynaklandığını söyledi. Aydın, “Giderek artan orman yangınları, içinde yok olan biyoçeşitlilik, seller, fırtınalar, kuraklık, açlık, yoksulluk, gıda krizi, toplu hayvan ölümleri, nesli tükenen bitkiler, hayvanlar, eriyen buzullar, artan sıcaklıklar, dünyanın plastiklerle dolu bir çöp yığınına dönüşmesi, betonlarla kuşatılmış şehirler, oksijenin tükenmesi vb. her şeyin kaynağında insan yatıyor. Maalesef insan hem sonuca sebep oluyor hem de ekolojik krizden ilk etkilenen oluyor” diye ifade etti.
İktidar-sermaye ortaklığı
Aydın, dünya ülkelerinde olduğu gibi Türkiye ve Kürt kentlerinde ekolojik yıkımın giderek arttığına işaret ederek, Kapitalist Modernite’nin, yaratımı olan ulus-devlet mantığı sonucunda bölgede yaşanan eko-kırımın politik olgular üzerinden inşa edildiğinin altını çizdi. Aydın, “Bin yıllık ağaçlar sökülüp yerlerine AVM’ler, camiler, binalar yapılıyor. Yüzyıllardır özgür akan nehirlerin güvenlikçi politikaların ürünü olarak, önüne setler konularak barajlar yapılıyor ve sular dahi tutsak edilirken, sonucunda bölgenin iklimsel koşullarının değişmesine neden oluyor. Yine bölgede bir anlamda iktidar ile beraber sermaye olan müteahhitleri, taşeronları zenginleştirmek için kentsel dönüşüm sonucu tarlalara, derelere kadar inen TOKİ yapılaşmaları ile el değmemiş ormanlara, bahçelere kepçeler sokuluyor” diye belirtti.
Ekolojistler tehlikeli görülüyor
İktidarın politikalarına karşı gelen, ekolojik yıkıma dikkat çekmeye çalışan aktivistlerin tehlikeli görülüp susturulmaya çalışıldığını söyleyen Aydın, ekoloji mücadelesinin doğaya, insana ve bütünüyle yaşama sahip çıkmak için olduğunun altın çizdi. Aydın, “Nehirlerin, derelerin, çayların önüne çekilen setlerle, havzalaştırma, HES uygulamaları ile ekosistem yok ediliyor. Bunun en açık örneğini Hevsel Bahçeleri’nde nehir yatağında görebilirsiniz. Hal böyleyken binlerce canlının çeşitliliği, hareketliliği yerini durgun sulara bırakıyor. Yüzlerce, binlerce balık ölüleri karaya vuruyor. Tabii ülkenin diğer bölgeleri için de durum farklı değil, dinamitlerle yıkılıp yol genişletmek için açılan dağlar ya da betonlarla doldurulan denizler gün geliyor isyan ediyor. Seller, heyelanlar artıyor. En son İzmir’de yaşanan depremde, dere yatağına yapılan yapıların daha çok zarar gördüğü tespit edilmiştir. Ekolojik krizin en açık göstergesi olan iklim krizi; küresel ısınma ile beraber bitki örtüsü azalıyor, kuraklıkla, çölleşme artıyor mevsimler değişiyor, hastalıklar artıyor, bütün canlı organizmaların dengesi bozuluyor” diye konuştu. “Ekolojik krizlerden biri de gıda krizidir” diyen Aydın, hükümetin yanlış tarım politikaları ile çiftçinin desteksiz bırakıldığını ve bunun sonucunda da göçe zorlandıklarını belirtti.
Sur’un durumu
Aydın, “Dünyanın her yerinde olduğu gibi bölgemizde de betonlaşmayla beraber gelen ekolojik yıkım maalesef alıp başını gitmiştir. Daha çok yakın zamanda Diyarbakır’da Karayolları Müdürlüğü Bölgesi’nde bulunan yüz yıllık tescilli ağaçlar sökülüp yerine cami inşa edilmiştir. Kırsal alanlardaki orman yangınları; ormanlar içindeki ekosistemi yok etmekle kalmamış, köylere yaşam alanlarına sıçrayarak halkın geçim kaynağı olan tarım alanlarını, meyve bahçelerini, hayvan meralarını, içindeki hayvanlarla beraber ahırlarını yok etmiştir. Toplumsal hafızayı yok etme çalışmaları her alanda kendini göstermiştir. Çatışmalı süreç sonrası Sur’dan göç eden halkın evleri yerine kentin dokusu ile tarihsel mimarisi ile alakası olmayan evler inşa edilmiş, kredilerle insanlar ömür boyu borçlandırılmıştır” diye kaydetti.
Alışkanlıklar değişmeli
İnsanın bir an önce kendini bu dünyanın merkezi olarak görüp her şeyi talan etmeye son vermesi gerektiğini ifade eden Çilem Aydın, bu anlamda yeni bir zihniyet yapılanmasına ihtiyaç olduğunu ve ekosistemin devamının kendi türünün devamı olduğunu söyleyerek, “İnsanın bütün alışkanlıklarını değiştirmenin zamanı gelmiş geçmiştir bile. Beslenme alışkanlıklarından günlük yaşamına, ilişkilerine, hobilerine kadar her şeyini değiştirmenin vakti gelmiştir. Nihayetinde içinde bulunduğumuz pandemi döneminde ekolojik yaşamın değeri anlaşılmış; toprağa, doğaya dönüşler başlamıştır. Bazı kesimler bunu bir moda haline getirip gidip köylere lüks villalar yaparak organik tarım reklamları ile süslese de gerçekte ekolojik yaşamın getirdiklerini farkına varıp bu temelde yaşamaya başlayan insanların sayısı artmıştır. Kimseye muhtaç olmadan ayakta kalmanın yolunun tüketmek değil, üretmek; fazlası ile değil, ürettiğinle yetinmek ve sürdürülebilir kılmak olduğunu geç de olsa fark etmiştir. Tabii bununla beraber devletlerin de enerji kaynakları bulma amacıyla doğayı tahrip etmeye bir son vermesi gereklidir. Kısacası yeni bir zihniyet yapılanmasının, pratikteki yaşamı da inşası elzemdir ve ancak bu şekilde ekolojik kriz önlenebilir” dedi.
DİYARBAKIR/JIN NEWS