Köşe yazarlığında usuldendir, yılın son yazısında geriye dönük bir değerlendirme yapılır. Yaşanan olayların yüzeysel bir değerlendirmesidir çoğu kez bu yazılar. Yüzeyseldir, zira gününde etraflıca tartışılmış konuların bir anımsamasından öte anlam içermezler.
Ancak 2020 pek çok açıdan yüzeysel değerlendirmeyle geçiştirilemeyecek gelişmelerin yaşandığı bir yıl oldu. Bir önceki yılın son haftalarında gündem oluşturan, ilk başta ayrıntılı olarak tanımlanamayan bir virüs salgını, birkaç aylık bir sürede bütün ülkelerde çok derin sarsıntılara yol açtı. İnsanlık tarihinde çokça salgın yaşanmış olsa da, bu denli geniş bir yayılma ile belki de ilk kez karşılaşıldı. 100 yıl önce yine çok büyük sayılarda can kaybına yol açan ‘İspanyol Gribi’ salgını dahi bu denli yıkıcı olmamıştı. Salgının bu denli hızlı yayılmasında insanların seyahat etme eğilimlerinin yüz yıl öncesi ile kıyas kabul etmez oranda yükselmiş olmasının payı çok önemli. Tarihte yaşanan veba veya kolera, tifüs salgınları çoğunlukla kentlerle sınırlı kalmakta, bir şehirden diğerine geçememekteydi.
Demek ki seyahat imkânlarını anımsatarak gururla dillendirdiğimiz ‘dünya çok küçüldü’ tespiti, bizim olduğu kadar bakterilerin ve virüslerin de faydalandığı bir alan oluşturmuş.
Ancak tüm dünyayı ekonomik ve sosyal açıdan bu denli sarsan ‘Covid- 19’ pandemisi dahi savaşlar yaşanmasına, nefret söylemlerinin yaygınlaşmasına, ırkçı cinayetlere ve ülkelerde kitlesel eylemlere tanıklık etmemize engel olamadı.
Türkiye’de AKP iktidarı, ülkedeki ekonomik krizi inkâr etmekle, yok saymakla yetinmeyip, dış politikada yayılmacı bir siyaset izleyerek ülkenin daha da yalnızlaşmasına yol açtı. Türkiye artık birçok yönden yalnızlaşan, dostu kalmamış bir ülke. Batı ile köprüleri atmasının dışında, Ortadoğu’da, Akdeniz havzasında, Kuzey Afrika’da ittifak halinde olan ülkelerle çekişmeler yaşıyor. Son yıllarda turizm gelirlerinde öncü durumda olan Arap ülkeleri şimdilerde Türkiye’ye karşı ekonomik ambargo uyguluyorlar. Büyük umutlar bağlanan silah endüstrisi ise halen dışa bağımlı olmaktan kurtulamadı.
AKP’nin emek düşmanı siyasetini özellikle bu yıl içinde yaşananlardan sonra inkâr etmek veya görmezden gelmek artık mümkün değil. İşçi sınıfının hak talepli her eylemi iktidarın şiddeti ile bastırılıyor. Alın teri gasp edilen emekçinin, doğası talan edilen köylünün karşısına devletin kolluk kuvvetleri çıkarılarak sınıfsal çelişkiler hiç olmadığı kadar açık bir şekilde yaşanıyor. Ne var ki bu gerçeklerin seçim sandığına nasıl yansıyacağı halen belirsizliğini korumakta. İktidarın ciddi oy kaybına rağmen AKP halen en çok oy alan parti konumunu sürdürüyor. Başka bir deyişle AKP’den eksilen oylar muhalefet partilerine değil, belli başlı bir potansiyel haline gelen ‘Kararsızlar’ hanesine yazılıyor.
İşte bu şartlar altında AİHM’nin Selahattin Demirtaş’ın derhal tahliyesini isteyen kararına tepkinin sebebi de anlaşılıyor. Hükümet, Türkiye parlamento tarihinin en etkili siyasetçilerinden biri olarak sivrilen Demirtaş’ın samimiyetinden, sahiciliğinden ve insanları ikna etme yeteneğinden korkuyor. Tahliye edildikten sonra aktif siyasete bıraktığı yerden devam etmesi halinde, yukarıda andığımız karasız seçmenlerin bir kısmını kendi safına çekebilme ihtimali adeta bir kâbus yaratıyor iktidar çevreleri için.
Öyle veya böyle insanlık tarihinin zaman birimi kendi kavlince ilerliyor. Çoğu insanın ‘yaşanmamış yıl’ olarak tanımladığı 2020 de kendi devrini sürdü ve gerimizde kalıyor. Acı olan ise sevdiğimiz, dostluğunu yaşadığımız bir dizi insan için de zamanın bu belalı yılın bir noktasında durmuş olması. Onların acısını kalbimizin bir köşesinde saklayacak, hatıralarının unutulmasına izin vermeyeceğiz. Aynen açlık grevlerinde yitirdiğimiz insanların aydınlık yüzlerini unutmayacağımız gibi. Unutmadığımız her hatıra, zulme karşı direnmenin de ivmesi olacaktır.
Ortaçağ Ermeni ozanlarından Frig’in deyimiyle bu bir çarktır dönüyor. Yıl olur çamura batar, yıl olur güneşe döner.
Gelen yılımızın, gelen günlerimizin güneşli, aydınlık olması dileğiyle…