İklim krizinin boyutlarına dikkat çekerek çözümleri öneren Ekolojist Türkay, Türkiye’deki iktidarın her krizi fırsata çevirme anlayışının salgın döneminde de devam ettiğini dile getirdi
Tolga Güney/İstanbul-MA
İklim krizinin derinleştiği, kuraklık ve doğal felaketlerin yoğunlaştığı bir seneyi geride bırakıyoruz. Küresel ısınmanın dünyayı felakete götüreceği gerçeği bu yıl hiç olmadığı kadar kendisini hissettirdi. Copernicus İklim Değişikliği Servisi’nin (C3S) son verilerine göre; Ocak 2020 önceki ocak aylarından 0.03 santigrat derece daha sıcak geçerken, bu rakam Mayıs 2020 için 0.05 santigrat derece olarak kaydedildi. Arktik deniz buzu boyutu da eylül ayında en düşük ikinci düzey olarak kayıtlara geçti. Bu durum dünyanın farklı birçok bölgesinde kuraklık riskini gündeme getirdi. İklim krizinin diğer bir boyutu olan doğal felaketler ise yıl boyunca en az koronavirüs pandemisi kadar etkili oldu. Suudi Arabistan, Suriye, Lübnan ve Avustralya, ABD’nin batı eyaletlerinden yüksek sıcaklıktan kaynaklı şiddetli orman yangınları yaşandı. Nil Nehri’nde yaşanan ani artışlar, Sudan başta olmak üzere kıta ülkelerinde sellere neden olurken, Asya’da da birbirini izleyen şiddetli kasırgalar meydana geldi. Hal böyleyken ekolojistler ve bilim insanları, insanlığı tehdit edecek bir sonraki pandeminin iklim krizi olduğu görüşünde birleşiyor.
Dereler kurudu
Dünyada yaşanan bu durum Türkiye’yi de teğet geçmiyor. Ülkenin birçok noktasında kurulan hidroelektrik santraller (HES), madenler ve çeşitli doğa tahribatı Türkiye’yi de büyük bir felakete sürüklüyor. Türkiye’nin en çok yağış alan ili olan Rize’de, HES projelerinin bulunduğu vadilerdeki derelerden biri olan Gürgen Deresi tamamen, Salarha Deresi’nin ise büyük bir bölümü kurudu. Yağışların azalması ile birlikte Türkiye’nin en önemli sulak alanlarından olan Kızılırmak Deltası Kuş Cenneti’nde su seviyesi yaklaşık 1 metre çekildi, Samsun’da bulunan Çakmak Barajı’nda aktif doluluk oranı yüzde 44’lere düştü. Yine sene içerisinde Giresun ve Rize’de yaşanan sellerde 13 yurttaş yaşamını yitirdi. Tüm bu kuraklık tehlikesi ve sel gibi felaketlere rağmen sene içerisinde HES ve maden inşaatları hızını kesmeden devam etti. Bursa, Ordu son olarak da Artvin’de görüldüğü gibi halkın tüm tepkilerine rağmen, enerji ve maden şirketleri kolluk kuvvetlerinin korumasında çalışmalarını devam ettirdi.
Kriz fırsata çevrildi
Ekoloji aktivisti Koray Türkay, iklim krizinin geldiği boyutu ve Türkiye’de yaşanan doğa tahribatını değerlendirdi. Türkiye’deki iktidarın her krizi fırsata çevirme anlayışının salgın döneminde de devam ettiğini dile getiren Türkay, bu süreçte doğa tahribatına yol açacak saldırıların sermaye eliyle gerçekleştiğini söyledi. Yurttaşlara ‘Evde Kal’ çağrıları yapıldığı süreçte doğal alanları, yer altı ve üstü kaynakların yağmalandığını belirten Türkay, “Bunu Kazdağları’nda, Salda’da, Fatsa’da gördük. En son çok yoğun bir şekilde HES, JES ile birlikte her yerde sondajlar yapılmaya başlandı. İnsanlara sokağa çıkmanın tehlikeleri anlatılırken, insanların yapılan çalışmalara tepki vermesi de ortadan kaldırıldı. Saray iktidarı, doğa ve yaşam alanlarına gerçekleştirdiği saldırı sırasında evde kal çağrısına kendisi uymadı. Eğer biz bu evde kal çağrılarına uyarsak, o zaman AKP iktidarının krizi fırsata çevirme düşüncesinin karşılığı olmuş oluyoruz” dedi.
Doğa katliamına yasal ferman
Türkay, yıl içerisinde enerji ve madenlerle ilgili birçok değişikliğin torba yasa olarak Meclis’ten geçirildiğini, böylece doğanın talanı önündeki son engellerin kaldırıldığını ifade etti. Özellikle Enerji Bakanlığı’nın Meclis’ten geçirdiği torba yasa için “doğa katliamının fermanı oldu” diyen Türkay, “Şirketler bu yasaya dayanarak önümüzdeki günlerde doğaya fütursuzca saldıracak. Bu torba yasa çerçevesinde maden ve enerji şirketleri ne ÇED raporunu ne de hukuki süreci bekliyorlar. Çünkü hükümet bu yasalar ile bekleme sürelerini ortadan kaldırdı. Şirketler artık ‘Ben istediğim yere sondaj yaparım’ diyerek köylünün ekin alanlarında sondaj yapabilecek. Artık devlet bize bakar, iktidar bu kadarını da yapmaz anlayışının bitmesi gerekiyor” ifadelerini kullandı. AKP’nin iktidarda kalmaya devam etmesi halinde Anadolu topraklarının 10 yıl içerisinde susuz kalacağı uyarısında bulunan Türkay, susuzluğun yoksulluktan daha büyük bir sorun yaratacağının altını çizdi. Türkay, Türkiye coğrafyasının çölleşme riski ile karşı karşıya olduğunu belirterek, “AKP-MHP iktidarı Türkiye için bir felaket senaryosudur. Türkiye dünyadaki büyük tehlikenin en hızlı yaşanacağı yer olacak. O yüzden bizim hem Kürdistan coğrafyası hem ülkenin diğer bölgelerinin bu tehlikeden biraz uzaklaşabilmesi adına ilk önce bu iktidardan kurtulmamız gerekiyor” dedi.
Sebep kapitalist iktidarlar
İklim krizinin geldiği boyut üzerinde duran Türkay, bu krizin iki boyutu olduğunu ifade etti. İlk boyutunun buzulların erimesi ile birlikte deniz seviyesinin yükselmesi olduğunu belirten Türkay, “Buzulların görevi güneş ışınlarını yansıtmak, yani güneşin sert ısısı buzullardan geriye gidiyor ve dünya yaşanabilir bir iklime sahip oluyor. Bu olmayınca sıcaklık artacak, sıcaklığın artması da ölüm demektir. Bugün bu krizi yaratan kapitalist ülkeler bile iklim krizinin farkındalar. Dünya 1.5 derece ısınmış, kuraklık başlamış, seller, kasırgalar oluşuyorsa, bunun nedeni bu kapitalist iktidarlardır” diye belirtti. İklim krizinin ikinci boyutu olarak çölleşme riskine işaret eden Türkay, bunun nedeninin ise karbondioksit oranlarındaki yükseliş olduğunu dile getirdi. İnsanlığın fosil yakıt kullanmaya devam etmesi durumunda 10-12 yıl içerisinde çölleşme yaşanacağını söyleyen Türkay, dünyanın kurtuluşunun sınırlı tüketim çerçevesinde devrimci politikaları hayata koyacak iktidarlar ile gerçekleşeceğini ifade etti. İnsanlığın çocuklarına yaşanabilir bir dünya bırakması için devrimci iktidarları tercih etmesi gerektiğini söyleyen Türkay, aksi durumda geleceğe yaşanabilir bir dünya bırakılamayacağını kaydetti.
Türkiye Paris Anlaşması’nı onaylamadı
Ekolojist Koray Türkay, iklim krizi ile mücadele konusunda imzalanan Paris İklim Anlaşması’nı Türkiye’nin onaylamadığını hatırlattı. Türkay, “Bu sözleşmeye onay vermemek, yeryüzü yok olsun demektir. Zaten böyle giderse yeryüzü sıcaklığı 2 dereceyi aşacak, bu da suların yükselmesine, birçok kıyı kentinin sular altında kalmasına neden olacak. Belki Türkiye iç denizlerde kalıyor ama New York sular altında kalınca burada güllük gülistanlık yaşanabilecek mi sanılıyor. Bunun ekonomik, sosyal ve göç gibi boyutları var. Birçok uzman ABD’nin Ortadoğu’dan çıkmamasını buradan doğru yorumluyor” ifadelerini kullandı.
Bölgede kırım politikası
Bölge illerinde yaşanan orman yangınlarına da değinen Koray Türkay, şunları söyledi: “Kürt halkının doğası Türkiye’nin diğer bölgelerinden çok daha fütursuzca bir yağma, talan ve yok etme politikası ile karşı karşıya. Batıda maden şirketleri, ihtiyacı olan oranda ormanları katlediyor ve oradaki tepkilere çok şiddetli bir şekilde müdahale edilmeyebiliyor. Fakat Kürdistan coğrafyası böyle değil. Ormanlar yakılıyor, yangını söndürmeye giden halka ateş açılıyor. Ormanlar içerisindeki canlılar ile birlikte yakılarak, kül haline getiriliyor. Bu kadar büyük bir vicdansızlık, düşmanlığı savaşan iki ülkenin askerleri, diğerine yapmaz. Sivil alanlara ve halka böyle bir saldırı gerçekleştirilemez. Ama bu ülkede oluyor. Kürt halkına bu yapılanlar hem yaşam alanlarını hem de doğasını katletmesi bakımından bir kırım politikasıdır.” Türkiye’de tatlı su kaynağının en fazla olduğu bölgenin Kürdistan coğrafyası olduğuna dikkat çeken Türkay, bu kaynaklar içerisinde yer alan Fırat Nehri’nin hem maden şirketleri eliyle hem savaş politikalarıyla yok edilmek istendiğini vurguladı.