En tehlikeli ve en kötü şey, gücün küçük ve basit adamların eline geçmesidir. Ellerine geçen imkanı insanlığın ve insani değerlerin hizmeti için kullanmaktansa; ihtiras, çıkar ve sırtını dayadıkları gücün hizmetine sunmayı tercih eden bu basit kişilikler, insanlığın yüz karası olarak tarihe yazılılar. Güç ellerindeyken, zihni dumura uğramış, bilinçleri ve şuurları felç geçirmiş kitleler tarafından alkışlanan bu hastalıklı kişilikler, sahip oldukları güçten yoksun kalınca lanetlenen kişilikler olma zorunluluğunu yaşarlar. Bu son, böylesi zalim ve gaddar kimselerin kaçınılmaz kaderidir. Tarihin en büyük zalimleri Nemrutlar, Firavunlar, Haccaclar, Yezidler, Hitlerler, Saddamlar…. Hiçbiri bu kaçınılmaz sondan kurtulamadılar. Asıl ve asil gücün adalet olduğundan gafil olan, kaba kuvveti kudretlilik olarak gören, hakikatte aciz ve zayıf kişilikler derin acılar yaşatarak iz bırakırlar. Tek yapabildikleri şey, sahip oldukları gücü kendisine itaat etmeyenlere karşı pervasızca kullanıp zulmetmektir.
Farklı ve ayrı olana karşı tahammülsüzlük karakterleridir. Tekçilik ortak özellikleri ve alamet-i farikalarıdır. Kalpleri katı, vicdanları atıldır. Merhamet, şefkat ve sevgi yüreklerini terk etmiştir. Dolayısıyla insani hasletlerden yoksun kalmış birer güçlü robotlardır. Sadece kendine çalışmaya programlanmış birer makinadırlar. Anlamak ve empati kurmak gibi bir özellikleri yoktur, yitirmişlerdir bu özellikleri. Farklı olana kulaklarını tıkamış, gözlerini kapamış, duyargalarının tümünü tatile çıkarmışlardır. Artık sadece duymak istediklerini duyan ve görmek istediklerini gören “bakar”lar olmuşlardır. Ve böylece iflah olmaz bir seferin yolcularıdır. Artık bu seferden avdet etme olanakları da kalmamıştır. Kur’an’ın deyimiyle “Sümmün, bükümün, umyün fe hüm la ye’qilun” (sağır, dilsiz, kör ve düşünemez ) halini yaşar olmuşlardır.
Bu özellikleri canlı ve çarpıcı şekilde yansıtan kişilikler bugünlerde pek revaçta. Birkaç gün önce kayıp yakınlarını yıllardır arayan ailelere karşı sergilenen tutum bu kişiliklerin tutumu değil mi? Küçük ve basit kimselerin eline geçen gücün nasıl bir felaket olduğunun belgesi olarak gözler önüne serilmedi mi? Adalet ve hukuk denen değerlerin nasıl da bir anlam ifade etmediğini sergiledikleri tutumla net bir şekilde ortaya koymadılar mı? Soysuz ve karaktersiz bir kişiliğin ömrünün sonuna gelmiş bir anneye reva görülen muameleyi nasıl savunduğuna tüm dünya şahitlik etmedi mi? İnsanlık ve değerleri yerlerde sürünürken, vicdanları kurumuş kitlelerin, bu hayasızca saldırıya nasıl alkış tuttuğunu gözlerimizle idrak etmedik mi? Hukuksuzca ve yargısız infazlarla yitirilmiş canlarının naaşlarına ulaşmayı talep edenler terörist olarak görülürken, yargısız infazın bir terör olduğu gerçeği gizlenmeye çalışılıyor.
Yargısız infaz yapmak mı terörizm, yoksa buna itiraz eden, buna kurban verdikleri canlarının naaşlarını talep etmek mi? Bu nasıl bir utanmazlıktır, nasıl bir pervasızlıktır, nasıl bir aymazlıktır? Hem devlet terörü gün gibi ortadayken bunun üstüne gidilmeyecek; on yıllarca insanlar kaderleri ve acıları ile başbaşa bırakılacak, hem de yavuz hırsız tavrı sergilenecek! Dahası ve en önemlisi de hukuk ve adalet arayanlar terörist yaftası ile yaftalanacak. Bu nasıl arsız, hayasız tükürülesi bir yüzdür? Zalimler zulümlerini mazlumların korkaklığı ve aymazlığı üzerinden icra ederler.
İmam Ali’nin deyimiyle “zulmün iki ortağı vardır; biri bunu icra eden zalim diğeri de bunu kabullenen munzelim.” Zalimin zulmüne munzelim olarak itiraz, iki yüzlülüktür, samimiyetsizliktir, kaçamak yapmaktır. Zulme yüksek sesle ve üst perdeden karşı durmadıkça zalimle ortaklık halinde olduğumuz gerçeğinin farkında olmak zorundayız. Bu bilinç ve bu idrak gelişmedikçe vicdan tatmininden ibaret sözde karşı duruşlar derde deva olamaz.
Zulmün ve zalimin şakası yoktur. Ciddi olmadan bunlara dur deme olanağı elde edilemez ve bunu durduracak yol da bulunamaz. Bugün birileri gözlerimizin içine baka baka yaptığı onca melun icraatını savunabiliyorsa, hiçbir kaygı ve endişe taşımadan meşum eylemlerinin meşruiyetini ortaya koymaya çalışıyorsa bu suç sadece onun değil, ona bu pervasızlığı yapma imkanını tanıyan hepimizindir de…
Zulme ve zalime karşı sağlam bir duruş ile karşı durmak, güçlü bir inanç ve sarsılmaz bir irade gerektirir. Zafere ulaşmak ise bu inanç ve iradeyi ortaya koyanların kolektif direnişi ile mümkündür. Bunu sağladığımız oranda sonuç alırız. Hak, hukuk ve adalet talebi olanlar mücadeleyi kolektif satha çekmedikçe, bu esaslar üzerinde ortak bir mücadele bilincini geliştirip örgütlenmedikçe zulüm devam edecek, zalim de zulmüyle yaşayacaktır.